27 Nisan 2007 Cuma

The Phantom of the Opera

Seal my fate tonight. I hate to have to cut the fun short.
But the jokes wearing thin, let the audience in, let my opera begin...

"The Phantom of the Opera, All I ask of you, The Music of the Night, I remember/stranger than you dreamt it"


The Phantom of the Opera...

Sabah uyandığımdan beri evde, arabada ve işte bu albumu dinliyorum.
Uzun yıllar İngiltere'de yaşadım ve senede 1-2 kere bir müzikale giderdim. Hafızam çok güçlü değildir, ama onu hatırlıyorum. "The Phantom of the Opera"... Nasıl etkilenmişsem, dün filmini seyrederken aynı heyecanı hissettim... Müziğin gücü ile birleşmiş şahane bir aşk hikayesi...
Özel efektler, makyaj, kostümler ve inanılmaz müziği...
Christine'i canlandıran Emmy Rossum hem güzel hem de inanılmaz bir sesi var... 18 yaşında olmasına rağmen oyunculuğu çok iyi...Bir de çok sevdiğim Gerard Butler...
Gerard Butler gelmiş geçmiş en iyi Phantom! Minnie Driver'da süper bir 'Carlotta' olmuş.
Dün akşam çok keyif aldım... Ama asıl filmin sonunda Minnie Driver'ın "Learn to be lonely" çalmaya başlayınca, içim sızladı. Zaten çok etkilendiğim filmden bir kere, bire kere ve bir kere daha etkilendim.
Sonra bir defa daha dinlemek istedim, sonra bir defa daha...
Mükemmel bir aşk hikayesi, olağanüstü müzik ve güzel adam Gerard Butler, aka Phantom...
Andrew Lloyd Webber'in hiç bir zaman unutulmayacak dahi eseri...
Hemen hemen her şarkının her cümlesinden etkilenmemek mümkün değil,
bir de kristal bir ses...
Tüylerimi diken diken ediyor...
THINK OF ME
We never said our love was evergreen,
or as unchanging as the sea
but if you can still remember stop and think of me . . .
Think of all the things we've shared and seen
don't think about the things which might have been . . .
Think of me, think of me waking, silent and resigned.
Imagine me, trying too hard to put you from my mind.
Recall those days look back on all those times,
think of the things we'll never do - there will never be a day,
when I won't think of you . ..

25 Nisan 2007 Çarşamba

"Ben!"

Dün sabah annemin feryadıyla uyandım. Sağ elinin bileğini kıralı yaklaşık 2 hafta oldu... İlgilenmem gerektiğinden daha az ilgilendiğimi, konuyla ilgili kırgın olduğunu söyledi... Eskiden olsa bana yüz yapar, günlerce soracağım sorulara sinirli ve kısa cevaplar verirdi. Şimdi direkt yüzüme söylüyor. 'Verda neden benimle ilgilenmiyorsun? Neden beni sormuyorsun ve ziyaretime gelmiyorsun?' Tercihimde böyle zaten...Sorunlara ve sorulara doğrudan cevaplama şansının verilmesi.. Dolanmadan, oyalanmadan. 'Sana kızgınım' diyebilmek... Sana kızgınım diyebilen insanların aslında neyi ne kadar istediğini bilen insanlar olduğunu düşünmek lazım...'Senin ilgini istiyorum, bana yeterince ilgi göstermedin, bu yüzden sana kızgınım' diyebildi annem. İğneleyici cümle sarf etmedi. Olayı dolamadan direkt yüzüme söyledi...
Önce üzüldüm ama açıklama fırsatını tanıdı bana.
Herkesin farklı rengi, farklı tercihleri vardır - ok bunu hepimiz biliyoruz da en korkuncu kendini aslında olmak istediği gibi sananlar, kişisel tercihlerini olmak istedikleri karakterlere göre belirleyenler... 'Ben yüzüme konuşulmasını tercih ederim' 'Ben asla başkasının arkasından konuşmam' 'Ben kesinlikle taviz vermem' 'Ben asla affetmem' 'Benim için en önemli şey dürüstlüktür' 'Önce o konuşmasını öğrensin, ondan sonra benimle konuşsun, ben asla ayağına gitmem' 'Ben böyleyim, bunu asla yapmam, asla böyle bir insan değilimdir' ... bla bla bla...Kimin umurunda ki?
Bunları o kadar çok sık duyuyorum ki; çoğu kişi kendini iyi tanımadan, olmak istedikleri kişilermişcesine kendini anlatıyorlar... Ya bi' dur; bulunduğun durum, yaşadığın tecrübeler, farklı kişiler, ortama göre hep mi aynısındır? Ben böyleyim, ben böyle yaparım vs vs leri bırakalı çok uzun zaman oldu. Şu durumda ne yaparsın diye soranlara, 'bilmem, durum olsun bakarız' diyorum uzun zamandır. Ben böyle yaparım, ben şöyle derim, ben bunu kabul etmemleri iyiden iyiye boşverdim.

Ben acıktım; ben yoruldum; benim uykum var; benim canım acıyor, ağrım var; tuvaletim geldi. bir de benim gazım var... Bunlar önemli 'ben'ler kendimiz için...
Mutluyum, mutsuzum, eğleniyorum, sıkıldım, daraldım, dürüstüm, yenilikçiyim, süperim, mükemmelim, berbattım, sinirliyim, zavallıyım, kırgınım, üzgünüm, nefret ediyorum, seviyorum, aşığım, uçuyorum, parasızım, fakirim zenginim., blogum var, köpeğim var, vücudumda leke, burnumda kırık var... liste bitmez...
Tüm bu 'ben'leri ne kadar dolaylı anlatıyoruz, yaşıyoruz, yaşatıyoruz... O yüzden dün sabah annemin bana "kırgınım, kızgınım çünkü ilgilenmedin benimle" cümlesi çok hoşuma gitti... Çok yalın ve dolaysız geldi... Oh biriside olayı dolaylı anlatmadan pat diye yüzüme söyledi. Hayır yüzüme direkt söylenmesinden hoşlandığım için değil!?, kafa patlatmak zorunda kalmadığım için hoşuma gitti...
Vito'da bana tüm bunları gösterdi. Açım yemek ver, yorgunum uyuyacağım, çişim kakam geldi attaya gidelim, kızgınım, seni sevmedim - hırrrrrrrr - herşeyi belli... Kafa yormanıza gerek yok... Amanın kendini anlatmıyor bana... O şöyle yaptı, bu böyle yaptı, sonra böyle dedi, aslında ben kızmam ama bu sefer ki farklı, demiyor.... Ben neysem oyum da demiyor. Duygularını o ana göre belli ediyor... ya o gök gürültüsü gibi hırlamasıyla; ya kuyruğunu sallayarak, ya da kendi ekseninde dönerek...Canımı acıyor? biraz naz biraz kiraz, acıkınca yemeğe devam, yorulunca uyumaya...

24 Nisan 2007 Salı

A glass of wine?


Öyle günler vardır ki, yıllar sonra bile insanlara anlatır anlatır anlatırsınız ve gülersiniz. İşte benim Cumartesi günüm de böyle günlerden biriydi...

Hani çok keyifli geceler olur, ertesi gün uyandığınızda bile 'artçıları' devam eder, işte öyle bir Cumartesi sabahına uyandım.. Cuma akşamım iş çıkışı itibarıyla son derece keyifliydi. Cuma akşamı psikolojisi ile gerek şarabı gerekte kalkanıyla, romantik sayılabilecek bir gece yaşadım...Uzun zamandır böyle bir yemeğin hasretindeymişim, çok iyi geldi açıkçası...


Cumartesi öğlene doğru Nişantaşına vardığımda, çok sevdiğim arkadaşım Şebnem ile Brasserie'de bir kahve içelim dedik... Aklımda kahve içip, kuaföre gitmek vardı. Cumartesi akşamı ya, gece de dışarı çıkacağım ya, illa da saçlarımı yaptırayım dedim. Nerdeee? Sohbetinden zaten çok keyif aldığım Şebnem ile içmeye başladık, akşam saat sekize doğru sanırım 2 şişe beyaz şarabı bitirdik... Brasserie'de en uzun herhalde biz oturmuşuzdur...Konuştuk, dertleştik, beraber ağladık, beraber kahkaha attık. Uzun zamandır bu kadar keyif aldığımı hatırlamıyorum... Hep derim 'o an'dan keyif almasını bilmek lazım. İşte ben de bunu yaptım...


Güneş, şarap, hoş sohbet... Ne sıcak, ne soğuk... Tam kıvamında... Harika bir Cumartesiydi... Kuaför ve gece çıkmak hayal oldu, ama olsun. Şahaneydi. Çok mutlu oldum... Hayatımda çok keyif aldığım zamanlardan biriydi... To be continued Şebnemciğim...


Akşam eve nasıl gittim hatırlamıyorum. Büyük hata. Çok keyifli bir gün çok kötü sonuçlanabilirdi. O kadar alkolle direksiyon başına geçmek büyük hata... Bununla ilgili başımdan çok da hoş olmayan şeyler geçti geçmişimde, onları da başka bir zaman yazarım...

Bir şekilde eve geldim ama, kapıyı zor açtım... Bir de akşam yemek sözüm vardı arkadaşıma, onu da ekmek zorunda kaldım. Bir güzel uyumuşum üzerimde bornozla...

Vito çok kızardı benim böyle hallerime... Eve gelirdim adam resmen uzak durudu benden... Köşesine gider uzaktan uzaktan seyrederdi beni yargılayan gözleriyle... Bana sanki 'eşek kadar oldun, hala içmesini öğrenemedin mi' gözleriyle bakardı... Ayılana kadar öyleydi. Kendi deyimimizle 'atta'ya gidemiyoruz ya, içten içe çok kızardı...


Köpeklerle ilgili en çok da bunu seviyorum. Her gün hiç sıkılmadan aynı heyecanla, aynı yerleri yürümekten müthiş keyif alırlar... Onlar için her yürüyüş, her yemek, her sarılış, her oynama 'en sevdiğim şey'... Ben de onun sayesinde ufak şeylerden keyif almasını, mutlu olmasını öğrendim. Ayda en az bir kere farklı bir yere gezmeye giderdi tabii, ve yaz ayları hafta da en az bir kere...Yeni yerleri görmenin, yeni kokuları almanın mutluluğunu bir köpekte çok rahat görebilirsiniz... Bu da bana müthiş bir keyif verirdi...Şimdi o yokken bunu daha iyi anlıyorum dedim ya, basit bir balık yemek bile çok keyif veriyor; kendi başımayken bile... Ama bu aralar ne kadar şanslıyım ki hep sohbetinden keyif aldığım insanlarla balığımı yiyebiliyorum. Büyük bir lüks... Kahvemi de, şarabımı da sohbeti hoş, dünya tatlısı insanlarla paylaşıyorum...


Nice kadehlere...

20 Nisan 2007 Cuma

Hayattan keyif almasını bilmek...

13 Aralık 2006... Hala dün gibi aklımda, oğlum benimle vedalaştı ve gözlerini daha huzurlu olacağına inandığım dünyaya gitmek üzere ebediyen kapattı. Kucağımda... Sarıldım, öptüm kokladım oğlumu...Öylece sessizce uzandım yanına...Acısının dindiğini görebilmek beni de rahatlatmıştı açıkçası. Bir insan çok sevdiği varlığın ölmesine sevinebilir mi? Ben sevindim. Ölmeden bir hafta önce nefes alamamaya başlamıştı, son 2 günü zaman zaman oksijen tüpüne bağlı geçti. O koskocaman, dev adamın çişini bile tutamamasını seyretmek içler acısı bir durum...


Dün bir arkadaşım ile tam da bunu konuşuyorduk. İnsan çok yaşlanınca pek bir fena oluyor diye. Ben 100 yaşıma kadar yaşayacağım iddiasındayımdır hep, sanırım yapımın çok sağlıklı olduğundan... Kolay kolay hastalanmam. Hasta zamanımı bile ayakta geçirmeyi severim...Peki yaşlanmak çok mu güzel yoksa çok korkutucu mu? Zaman geliyor korkuyordum yalnız yaşlanacağım, kimse yanımda olmayacak diye, zaman geliyor birlikte yaşlanacağım kişi ile birlikte torunlarımın yanında olacağım diye... Düşündüm düşündüm düşündüm... Aldığım karar bu konuyu bir daha düşünmemek oldu. Ne kadar saçma taaa 50 yıl sonrasında ne olacağından korkmak. Ne kadar lüzumsuz. Ne diye korkup şu anki yaşamımı gereksiz korkularla geçiriyorum....

Hayatın akışını, geleceğin getireceklerini değiştiremiyoruz. Kıçımızı yırtsak planladıklarımız her zaman gerçekleşmiyor... Şimdi ben niye oturup bu planları yapayım, herşeyin iyi gittiğini düşündüğünüz bir zamanda, pat!!! birşeyler oluyor ve siz hiç düşünmediğiniz bir yerdesiniz...Sanki oğlum hiç ölmeyecek gibi yaşadığım günler geliyor aklıma...Elbette ki ölecek, önemli olan; geri dönüp baktığımda Vito'ma iyi bir hayat verdiğimi düşünüyorum... Onu hep ön planda tuttum. Ne isterse yapabildiği bir ortamda büyüdü, yaşlandı ve öldü. Bende aynısını istiyorum işte. Elimden geldiğince iyi bir hayat yaşamayı istiyorum.

Biriyle yaşlanmayı planlarsınız, herşey iyi giderken öyle birşey olur ki, bir baktınız yapayalnızsınız...O yüzden en önemli gerçek hayatta kendi kendine mutlu olabilmeyi öğrenmek... Bunu bana Vito öğretti. Vitoyu aldığımda evliydim. İlk 3 senemiz kalabalık sayılabilecek bir ortamda geçti. Vito'yu alırken aklımın ucundan geçmedi bir gün 80 kiloluk bir "ayıya" yalnız kalabileceğim... Planım hep birlikte olmaktı...Boşandıktan sonra ikimizde sudan çıkmış balık gibi yalnız kaldık. Vito beni ayağa kaldırdı. Kolay değil, yatıp ağlamak istediğim zamanlarda, Vitoy yürüt, Vito'yu besle, Vito'yu yıka, Vito'yu aşıla, Vito'yu kolla derken, bir bakıyorum, zor geçmesi geçen zaman biraz daha hafiflemiş... Günler olurdu oturup sadece onu seyrederdim. Bakıyorum adam kendi kendini meşgul edebiliyor. Hatırlıyorum, bir saat boyunca sıkılmadan üstüne konan sinekle oynadı. Yakalaması imkansız. Ama olsun kendini meşgul tutuyor. Koca kafasını kaldırıp, garip sesler çıkararak sineği ağzıyla yakalamaya çalışmasını izlemek nasıl eğlenceliydi anlatamam.


Yalnız oturup birbirimize baktığımız günlerden birinde, rıhtımımızda yeralan küçük toprak alana çiçek böcek dikmeye karar verdim. Saatlerce uğraşırdım, keyif aldığım bir şey. Yaklaşık 6 senedir her sene Nisan ayında çiçek böcek ekiyorum sonra Ekim sonuna kadar onlarla hemen hemen her gün uğraşıyorum. Bu seneyle beraber Vito 2 senedir yanımda değil. Ama onun manevi!!! desteği hep yanımda olacak. Geçen sen zordu aklıma hep diktiğim çiçekleri arkamda bozmaya çalışması geldi. Ya da gözümün içine bakarak üstlerine işemesi... Hiç kızmadım ben. Çiçeklerimi besler diye düşündüm hep...Bu senede o olmadan yapacağım... Üstelik geçen sene tamamiyle yalnız değildim. Çok sevdiğim biri vardı hayatımda. Bana Vito'yu kaybettiğim zamanda çok destek olmuştu... Şimdi o da yok...


Olsun ben yine de devam ediyorum. Bu sene de çiçeklerimi ekeceğim, rıhtımımı yaşadığım yerin en güzel rıhtımı yapacağım. Keyifle oturmak için. Keyif almak için. Soğuk bir kadeh beyaz şarap, güzel bir müzik, bir sigara... Ohhhh... Keyif alacağım ortam nasıl olacaksa onu yaratacağım... Bu benim dünyam değil mi? Neden keyif almayacak mışım şimdi sırf yalnızım diye? Ya da neden saçma sapan gelecek korkularıyla şu keyifi tadamayacak mışım? Değil mi ama?...

17 Nisan 2007 Salı


Ben herşeyi aslında senden öğrendim...
Maalesef yokluğunda bunu daha iyi anladım...

Just a dog - Thank you Anita Bailey!

Here is my beautiful son, I miss you so much.
Anita Bailey is not only a good friend, she is also the first owner/breeder of my son Vito... I took the liberty of publishing her own thoughts which could not reflect my thoughts any better!!!
From time to time, people tell me, "lighten up, it's just a dog," or "that's a lot of money for just a dog." They don't understand the distance traveled, the time spent, or the costs involved for "just a dog."
Some of my proudest moments have come about with "just a dog."
Many hours have passed and my only company was "just a dog", but I did not once, feel slighted.
Some of my saddest moments have been brought about by "just a dog", and in those days of darkness, the gentle touch of "just a dog" gave me comfort and reason to overcome the day.
If you, too, think it's "just a dog" then you will probably understand phases like "just a friend", "just a sunrise", or "just a promise.""Just a dog" brings into my life the very essence of friendship, trust, and pure unbridled joy. "
Just a dog" brings out the compassion and patience that make me a better person.Because of "just a dog" I will rise early, take long walks and look longingly to the future. So for me and folks like me, it's not "just a dog" but an embodiment of all the hopes and dreams of the future, the fond memories of the past, and the pure joy of the moment. "Just a dog" brings out what's good in me and diverts my thoughts away from myself and the worries of the day.
I hope that someday they can understand that it's not "just a dog" but the thing that gives me humanity and keeps me from being "just a man".
So the next time you hear the phrase "just a dog" just smile, because they "just don't understand".