28 Kasım 2007 Çarşamba

Happy Birthday!


Yaşasaydı 10 yaşında olacaktı...


Canım oğlum Vito'nun doğum günü bugün...


Wish you were here....






24 Kasım 2007 Cumartesi

Rules of life

Bir yazıda okuduğum "yaşam kuralları"

1. Asla panik yok. Dur, nefes al ve düşün.

2. Kimse seni düşünmez, herkes kendini düşünür, aynı senin yaptığın gibi.

3. Birinden ayrıldığında ya da önemli bir gece öncesinde asla saçının rengini veya boyunu değiştirme.

4. Hiçbirşey göründüğü kadar kötü veya iyi değildir.

5. Bir sürü ucuz şey almak yerine, bir tane pahalı birşey almak daha iyidir.

6. Üzüldüğünde " çok mu önemli" diye kendine sorduğunda, hiçbirşeyin o kadar da önemli olmadığını bil.

7. Başarının anahtarı, başarısızlığından sonra nasıl ayağa kalktığındadır.

8. Dürüst ve nazik ol.

9. İçinde sadece iyi hissedeceğin elbiseleri satın al.

10. İçgüdülerine güven, hayal gücüne değil.

11. Bir felakette, önce felaketin varlığından emin ol.

12. Dünyanın güvenli, hayatın adil olmasını bekleme.

13. Akışına bırak.

14. Pişman olma. Zamanında, hissettiklerinle yapacağın başka birşey yoktu.

15. Değiştirebileceğin tek zaman, şu an. o zaman geçmişlerinden öğren.

16. Kuralcı ol, fırsatçı değil.


Herkese mutlu haftasonları...

21 Kasım 2007 Çarşamba

Football ama turkish football!!!


Cumartesi akşamı Norveç - Türkiye maçını izledim. Uzun zamandır futbolu 90 dakika seyretmemiştim. Geçen sene başında futbola küstüm. Futbolu iyi bilirim. Dünya ve Türk futbolunu yakın takip ederdim, ama artık Türkiye'de oynanan futbolu takip etmiyorum. Takip edilecek futbol yok. "Güzel oyun" oynanmıyor Türkiye'de. Oyuncular kalitesiz, taraftarlar az, genç dinamik oyuncular yetişmiyor, yabancıya yatırım yapılıyor (çok zenginiz ya), ve biz hala kendi kendimize yeten bir havadayız. Bizim için en önemlisi birbirimizin başarısızlığı... Değişmiyor bu, sene boyu kulak kabarttım şöyle bir, yine aynı mevzu, yok hakemler maçı kötü yönetmiş, yok yöneticiler birbirine girmiş, yok o penaltı değilmiş, yok hakemler büyük takımlara kıyak yapıyormuş...

Yok bu ülke ileri gitmeyi istemiyor... Başarız yöneticiler koltuklarını bırakamıyorlar. Bu mentalite değişmediği sürece futbol seyretmeyeceğim. Demek ki bir daha hiç Türk futbolunu izlemeyeceğim. Bana Norveç'i 2-1 yenmemiz zafer gibi gelmiyor. Kendi kendimizi kandırmaya devam... Türkiye'nin her maçı tarihi olma niteliğini taşıyor, ve bu da resme geniş açıdan bakınca can sıkıcı oluyor...
Medya'da bizi kandırsın dursun, yok tarih yazdık, yok yeni bir zafere daha imza attık...Komik!!!

Açıkça Türkiye'de futbol oynanıldığı zannediliyor, ama ben hiç de aynı fikirde değilim. Neler neler yazarım ama futbol yorumcusu değilim. Kısaca eski püskü oyuncuların oynandığı bir ligde, objektif yorumlar olmadan, hele taraftarlığı bilmeden sadece amigoluk yapan taraftarların takımlarının futbolunu düzelmeden izlemeyeceğim!!!
Norveç - Türkiye maçını izlerken Norveç'i düşündüm. Hiç gitmedim Norveç'e. Merak ediyorum bu krallığı biraz. İkinci dünya savaşından beri dünyanın en zengin ülkeleri sıralamasında ilk sıralarda hep. Adamlarda petrol var tabii. Ayrıca dünyanın en "huzurlu" ülkesi de seçilmiş... Zaten toplam 5 milyon nüfusu var. Yani bizim Kadıköy, Fatih, Beşiltaş ve Şişli kadar bütün ülke nüfusu. İnsanın aklına neler geliyor değil mi?

18 Kasım 2007 Pazar

Prof.Dr. Süheyl Donay

Yoğun bir hafta geçti. Hem fiziksel hem duygusal anlamda... Yemekler, davetler, sabah koşuları, akşam koşuları, öğle araları, toplantılar, işimle ilgili son derece önemli gelişmeler, yurtdışı telefon, telgraf, mail, msn trafikleri, yurt içi trafiği...

Geçirdiğim haftanın ön plana çıkan olaylarından biri babamın doğum günüydü...

Yağmur yağınca trafik felç oluyor ya, Çarşamba akşamıda öyle başladı. Saat 6'ya doğru Maslaktan çıkıp, Arnavutköy'e varmam 8'i buldu. Trafik ile ilgili yazı yazmak istemiyorum ama hayatta ezilmiş insanların trafikte kendini herkesle eşit görme psikolojisi kötü yansıyor ya. Adam kendini bir tek trafikte daha üstün görebiliyor... Ve bir sürü fırsatçı... Gülüp geçiyorum ama içimden hepsini bir bazukayla teker teker havaya uçurmak geçiyor!

Neyse, babamın doğum gününe dönmek gerekirse, çok sevdiğimiz bir mekanda kutladık: Fishmekan... Türkiye'nin balıkçı kültürünün çok üstünde bir lokanta. Bir defa yemeği sunumları, garsonların sempatikliği, yemeklerin lezzeti, hepsi diğer balıkçılara fark atıyor kanımca. Istanbul'da başka güzel balıkçılar var tabii, ama fiyatlarıda bir o kadar güzel oluyor. Fishmekanın güzel tarafı, fiyatları abartmadan çok keyifli bir ortamda lezzetli yemek sunuyor...İşini bilen garsonlar size hizmet ediyor...Herşeyi farklı; ekmeği, mezeleri... Herşeyi... Bu arada mürekkep balıklı risottosunu tavsiye ederim...Balıkçı da risotto ne alaka demeyin! Çok da şahane oluyor...

14 Kasım Çarşamba akşamı babamın doğum gününde bizde oraya gittik. Uzun yıllardır bu kadar keyif almamıştık. Son derece eğlenceli bir geceyi, eve dönüp şampanya patlatıp babamın hediyesini vererek bitirdik... Babamın sayısız kitabı var hukuk ve kanunlar üzerine, (ve bende yaklaşık 10 tanesi çalışma masamın üstünde okunmayı bekliyor..eeee, açıkça önsöz dışında hiçbir şeyi anlamıyorum. Okuması ağır kitaplar hukuk bilmiyorsanız... Yok yok okuması gerçekten ağır). Hemen hemen her sene bir kitap yazar. Akşamları, hafta sonlarını ofisinde kitap yazarak geçirir -Dİ. Şimdi nerede isterse orada yazabilir kitabını. Yasminle birlikte, babama 'notebook' aldık. Hediyeyi sunumunuz da fena değildi; Notebook kutusunu ucuz hediye poşetine sarıp Marks and Spencer torbasına koyduk; öylesine alınmış bir hediye gibi, çok düşünmemişiz üstünde gibi...ama poşeti açtığında surat ifadesini görmeniz lazım. Sanırım çok beğendi hediyesini! Bunlara artı olarak msn'i, google earth'ü, resimlerimizi, videolarımızı yükledik... Üstümüzde oturuyorlar ama 2 gündür kamerayla konuşuyoruz... Çok eğlenceli!



Doğum günün kutlu olsun baba... Nice hep birlikte geçireceğimiz yaşlara...

6 Kasım 2007 Salı

Dün akşam kocaman bir salata yapıp yedim. Kapılardan zor sığma hissi içindeyim hala; "Zor" geçen bir gecenin ardından, bu sabah koşmak için uyandım. Koşarken, Boğaz'ın büyüsü ile dalmışım gitmişim düşüncelere...Kötü havalarda çok güzel olabiliyor. Başka bir güzellik görebiliyorsunuz karışık gri bulutların arasında. İşte bu havada koşarken insan ve yalnızlık düşüncelerine daldım gittim. İnsanlar yalnız doğuyor, yalnız yaşıyor ve yalnız ölüyor. Sevgi, aile ve dostluklarla yalnız olmadığımızın yanılgısı ile yaşıyoruz. Yanılgıda hiçbir kötülük yok. Utanılacak birşey de. Herkesin kalabalıkta yalnız hissetmesi muhakkak olmuştur. İşte aslında gerçek anlamda yalnız olduğumuz için...Aman düşüncelerim negatif değil, tam aksine insanın gerçek anlamda yalnız olduğu bilincinde olmasının aslında çok değerli bir yargı olduğunun öneminden ibare aslında...Ama insan yalnızlığı tercih etmemeli...

İnsan koşarken zamanı aslında tam anlamında kendine ayırıyor...Böyle düşüncelerde kafanızın kapısını çalıyor işte...


Sonra aklıma babam geldi. Onun doğumgünü yaklaşıyor. Ne almak lazım. Nasıl bir hediye onu mutlu eder diye... Daha zamanımızda var... Aslında karar verdik de, bloğumu okuyor diye sürprizi bozmayayım dedim. :)))Güzel birşey... Koşarken onun da planlarını yaptım...


Geçen günde yine koşarken aklıma başka birşey gelmişti, bu sefer de sinirli sinirli koşmuştum. Hemen paylaşayım:

Aylardır Migros'dan kurutulmuş yaban mersini alırım. Hafta da en az 4-5 kilo tüketiyorum. Benimle beraber annem ve ablamda en az 5'er kilo tüketiyorlar. Gide gele Migros'da kuruyemiş bölümünde çalışan adamcağız ile arkadaş olduk. Uzaktan beni gördüğünde hemen 1 kilo yaban mersinini paketler. Geçtiğimiz ayda satışların ne kadar arttığını konuştuk. Meğer haftada 4-5 kilo sattığı yaban mersini " 20-30 kiloyu bulmuş. Neyse, Migros'u tercih etmemin sebebi yaban mersininin fiyatıydı. Kilosu 23 YTL olan yaban mersini, Makro'da 33 YTL, bazı kuruyemişçilerde 30 - 35 YTL arası değişiyordu. 2 hafta evvel gittim, Migros'da kilosunu 34 YTL'ye çıkartmış. İsyan ettim. Niye Türkiye'de insanlar bu kadar fırsatçı diye. Satan mala zam yapılabilir de 11 YTL lik yani % 50lik artışın hiçbir açıklaması yok. Ben şimdi kalitesi 1 derece daha iyi olan Makrodan alıyorum. Şikayette de bulundum. Hiçbirşey çıkmayacağına eminim...Benim adamcağız ile de görüştüm, o da abarttılar biraz dedi. Biraz??? Enflasyonun tam net artış değerlerini bilmiyorum, ama % 50 olmadığına eminim. Daha da enteresan birşey söyleyeyim; Ataköy'deki Migros'da kilosu 21 YTL! Ne ki bu şimdi...


Bu düşünceyle de daha hızlı koşarken buldum kendimi. Sinirli sinirli... Fırsatçı değil kuralcı bir ülkede yaşamayı istediğim için isyankar isyankar koşmuşum...


Haftanın yarısını devirdik. Zaman ne çabuk geçiyor. Yine yurtdışı planları var, evet yine yeniden...Bu yıl bitmeden hatta bu ay sonu gelmeden hiç aklımda olmayan Amsterdam çıktı planlarımın parçası olarak! İşte böyle kısa süreli planlarda yapsak, hayat dediğin geçiyor gidiyor. İçinden sayısız sürprizler çıkıyor... Zaman içinde de iyi, kötü, kırgın, üzgün, telaşlı, meraklı, karışık, karmaşık hissetmekde çok normal. İnsan olmanın bir parçası...

Duyguları sayarken aklıma geldi. Geçtiğimiz hafta sonu Cuma akşamı, 18 yaşımdan beri arkadaşım olan Aylin ile birlikte yemeğe çıktık. Karışık duyguları yaşadım...


İnsanların değişimleri çok normal çok da güzel birşey de, alışmak zaman alıyor sadece... Bir de siz değişince, eski tanıdıkların aslında eski tanıdıkların olmuyor. Sadece eski dostunuzun düşman olmayacağınızı biliyorsunuz, senelerce uzak da kalsanız, dostunuz dostunuz olarak kalıyor...Aylin'de onlardan biridir. Türkiye'ye yeni dönüş yaptı Londra'dan. Cicim aylarında daha. Bebek'te Il Porto'da güzel salata ve balığımızı yerken o kadar çok konuştuk ki, sevimli garson bile yemekleri beğenmediğimizi düşündü. Hiç alakası yok, bir bilse... Ben son Londra maceralarımı hararetle anlatıyorum, o bana Hindistan yolculuğunu...Çok keyifli bir yemekten Ulus 29'a geçtik. Ne kadar sık gitsem de bıkmayacağım mekanlardan biri...Çok ama çok keyifli bir geceydi... Bol bol kahkaha, bol bol eski ve yeni anı paylaşımı, eski dostluğun verdiği rahatlık hissi...Kasılma hissinin olmayışı....Daha ne? Siz de değişseniz, onlarda değişse, yargılar farklılaşsa da eskiden temeli atılmış dostlukların temeli kolay kolay yıkılmıyor... Bence ara verilen dostluklar bakımsız kalan bir bahçe gibi...İçinde daha evvelden görmediğiniz sayısız güzelliği, değişik bitkileri, hiç dikmeyi düşünmediğiniz tohumların bitkileşmiş halini, değişimi görebiliyorsunuz...Ama bahçe aynı bahçe, toprak aynı toprak, alanı aynı alan... Bazen çalı çırpı, ot, bazende taaa yıllar önce ektiğiniz bitkilerin meyve vermiş halleri karşınızda oluyor... İnsan ister istemez, o bahçeye ektiği birşeylerin olduğunu düşünüyor. Belki meyve veren bir ağaç, belki dikenli bir gül! Kendinden bir parçayı rahatlıkla bulabiliyor ve belki de o yüzden eski dostluklar kolay kolay bozulmuyor....


Cumartesi olduğunda, annem ve ablamla beraber istinye Park'a gittik. İstinye Pazarı ile bütün butiklerin bir caddeye sıkıştırıldığı açık alan dışında farklı bir şey görmedim. Havalimanı gibi, çok büyük...Ama sırf İstinye Pazarını görmek için İstinye Park'a gidilir. Çok akıllıca bir mimari ve dahice kullanılmış ışıklandırma.... Butik caddesininde dünya da bir benzeri yoktur. Bütün butikler küçük ve derli toplu bir alanda toplanmış. Bu kadar markanın bu kadar küçük alandan olması sanırım dünyanın başka hiçbir yerinde yok. İnsanın içi açılıyor her 2 yerde de... Aha buradan/ sanal inceleyin!!!! Canım ablam sağolsun, onunla gittiğim her yer bir kat daha zevkli. Ablam Yasmin için ayrı bir yazı ayırmam lazım. Hayat arkadaşım benim...İyi ki o da gelmiş... Annemle bana kahve ısmarladı ama bize yakışan bir şekilde - kavga dövüş - çıktık İstinye park'tan. Yok öyle kötü değil, kardeşleri olanlar bilir, kavga dövüş derken içinde asla nefret içermeyen kısa süreli didişmeler...Ben şahsen ablamla didişince, acaip huzursuz olurum, son derece mutsuz olur ve hiçbirşeye konsantre olamam. Neyse bu çok ayrı bir konu...Bana yıllar evvel sormuşlardı; vücudunda bir organın ablan olsaydı hangisi olur diye; hiç düşünmeden cevap vermiştim, ciğerlerim diye...Anneme beynim, babama karaciğerim, Vito'cuğuma da kalbim demiştim... O zaman ki erkek arkadaşım içinde damarlarımdaki kan demiştim. O gitti ama, kalbim pompalamaya devam ediyor... Yeni kanlar için...


Cumartesi akşam olduğunda, güzel bir kalabalık ile Wanna'ya yemeğe gittik - gerçekten de güzel bir kalabalık ile... Masanın yarısı yabancı idi. Bir güzel içtik, yedik dans ettik...Görüşmekten hep keyif alacağım insanlar... Gece sonunda aslında tüm gecenin bütün keyfini ve sihirini bozacak durumlar yaşadıysamda, bugün için ben şimdilik sadece keyif aldığım zamanı kafama yerleştirmeyi seçiyorum. Biraz da 3 yanlış 1 doğruyu götürür cinsinden...

Pazar sabahı olduğunda ise, o güzel günün yarısını uyuyarak geçirdiğimi farkettim. Nasıl olduysa, ilk defa bu kadar geç saatlere kadar uyumuşum...Ama o günde evimin keyfini çıkarttım, ailemle birlikte...

Sonra da malum Pazartesi... Salı... Çarşamba... ve sonra Perşembe...Cuma...

Kalan haftanızın sürprizlerle geçmesi dileğiyle, unutmayın her bir nefes de aslında bir mucize...