27 Ocak 2009 Salı

Özel bir durum, özel bir teşekkür!!!

Bugün çok özel 2 kişiye teşekkür etmek istiyorum. 

Öyle bir annem, öyle bir ablam var ki benim. Ne kadar teşekkür etsem, ne kadar sevdiğimi söylesem azdır. Annem mesela. Öyle bir kadındır ki...Hayata karşı duruşu ve, hayatın içinde duruşu ile örnek alınacak bir kadındır. Her anlamda bir kadın. Ondan öğrenecek o kadar şeyim var ki. Bir defa hiç bir zaman vızvızlanmamayı ondan öğrendim. Her zaman dürüst olmayı ondan öğrendim. Hayata dair en önemli değerleri hep ondan öğrendim. Çok zekidir. Onu henüz öğrenemedim. Çok güzeldir, o kadar güzel olmam mümkün değil. Çok ama çok iyi bir annedir, sadece bende kızıma annem kadar iyi bir anne olmayı becerebilmeyi dileyebilirim... Hayatımda annemden birşey rica etmeyeyim. Birşey istemeyeyim. Sadece benim için değil, ablam içinde ne yapar ne eder bizim için çabalar. Ama şımartmadan vermeyi de çok iyi bilir. Annelerin hakkı ödenmez derler... Ben ödemek istiyorum. Ben de en az onun kadar çaba harcıyayım onun için diyorum ama onun bize cevabı hep aynı : Siz mutlu olun yeter! Bu cümle çok önemli. Anlamını kavrayabilmekte! Siz mutlu olun yeter!  Ne kadar büyük bir olgudur bu! Kendini ön planda tutmayan ama her zaman ön planda kalmayı becerebilen bu kadın benim annem. Ve ben çok şanslıyım. Seni çok seviyorum anneciğim. Benim için yaptıklarını ödeyemem. Bugün benden kendi evine dönerken merdivenlerden çıkarken seni izledim. Benim için nasıl da yoruldun. Nasıl çabaladın. İçim fena oldu. Umarım seni hak ediyorum, hak ediyoruzdur...



Ve çok sevgili, çok güzel, çok saf ablacığım. Canım Yasmin. Sen çok ama çok önemlisin. Neredeyse 5 aydır senden inanılmaz bir performans gördüm. Hiç beklemediğim. Hiç ummadığım... Keşke bir gün sende benim gibi olsan da, bende senin için böylesine iyi arkadaş, böylesine iyi yoldaş, böylesine şahane bir kardeş olduğumu gösterebilsem. Sen hep böyle kal oldu mu? Sen gibi ol! Ve aradığın mutluluk, senden önce seni bulsun!




Her ikinizi de çok ama çok seviyorum...

 

Not: Bu canım babacığımı unuttuğum anlamına gelmiyor. Bu DEV adama başka bir yazı da, başka bir gün teşekkür edeceğim... 

25 Ocak 2009 Pazar

Mim'li photo ve Maya...

Şebo beni de mimlemiş 4x4 resmi ile ilgili. Hemen vakit kaybetmeden koyuyorum. Aşağıdaki resim 2007 Eylül ayında, Los Angeles'da Melrose Avenue'da yürürken Yasmin tarafından çekilmiş bir resmim. Havasıyla, suyuyla, insanlarıyla, gündüz ve gece hayatıyla benim çok sevdiğim bir şehirde...Los Angeles'da çekilen bu resmim, dördüncü klasörümün dördüncü fotoğrafı... 

Gelelim diğer mevzulara... Kız ismi ile ilgili çok güzel alternatifler çıktı, herkese teşekkürler. Hala değerlendiriyorum. Ama "Su" ve "Maya" hala favorilerimden. Sadece Maya'da biraz duruyorum, çünkü aynı zamanda benim diğer köpeğimin, daha doğrusu annemlerin köpeğinin adı da Maya... Kendisi aşağıda..


Aşağıdakilerde rahmetli Vito ile birlikte çekilmiş fotoğraflarından bir iki adedi...Sırasıyla: Vito'yu öperken, evin önünde gölgelenirken, ve Vito'ya kaptırdığı oyuncağını takmıyor havasında bembeyaz 32 dişini birden bana gösterirken!!!


Köpekler beni mutlu ediyor. Her hareketleri, her türlü bakışları... Umuyorum çok kısa sürede bir tane daha evimize konuk olur... Sabırsızlıkla bekliyorum!

15 Ocak 2009 Perşembe

Avrupa Avrupa!

Öyle bir an geliyor ki... Buraya yazacaklarım koskoca bir kitabı oluşturur, ama gel gör önüne oturuyorum, ya yazacaklarımdan vazgeçiyorum, ya da tamamiyle unutuyorum... Daha bu sabah oldu... Erkenden kalktım, duşa girdim. Duş yaparken "aaa bunu da yazacağım, aaaa bu noktaya kesinlikle değinmeliyim" dediğim öyle çok şey vardı ki... Ama hepsini unuttum. Hepsini. Aklımda kalan birşey, karşı tarafı, benim tarafı, yani Arnavutköy, Bebek, Etiler, Nişantaşı.... Oraları ne kadar çok özlediğim. Akmerkezi özler mi insan? Hadi onu geçtim, Makro yu özler mi? 
Dün Makro'da her reyonu gezdim. Hem de coşkuyla. Ellerimin leş gibi olmadığı tek market. Aradığım herşeyi bulduğum tek market. Yok bu tarafta! Neden yok ki? 

Sonra Akmerkez... Alışveriş merkezlerinden nefret etmeme rağmen, Akmerkezi hep ayrı tuttum. Onun yeri başkaydı. Haftanın en az 2- 3 günü muhakkak uğradığım yerdi... Ama hiç ne kadar sevdiğimi anlamadan... Şimdi oraya gittiğimde kendimi çok iyi hissediyorum. Meğer ne kadar çok önemli yeri varmış da haberim yokmuş... Zamanında lanet okuduğum mağazalarının önünden geçerken bile keyif aldığım bir merkez orası şimdi... 

Nişantaşı var bir de... 
Ben aslında doğma ve yarı büyüme (diğer yarıları İngiltere ve Arnavutköy arası olduğu için) Nişantaşılıyım. İçinde yaşadığımı hatırladığım ilk evim, ilk arkadaşlarım hep oradaydı. Üzerine haince, b.ktan bir alışveriş merkezi dikilmiş olsa da, ilkokulum Şişli Terakki orada. En azından bina olmasa da hatıraları aklımda..İsmi kalbimde... Her sokağı iyi bilirim. Ve her sokağında yürümekten çok keyif alırım. İlla bir galeri, bir mağaza, bir kafe, bir restoran ve bir tanıdık karşıma çıkar. İnsanların aydınlık gözüktüğü, daha keyifli durduğu, mağazaların şık olduğu, en iyi restaurantları dar ara sokaklarında barındıran, en iyi sanat galerilerine ev sahipliği yapan tek yer İstanbul'da. Muhakkak bizim hep eleştirdiğimiz "türklükler" de diz boyu. Ama benim gözüme çarpmıyor oradayken. Nedense görmemezlikten gelebiliyorum. Yaklaşık 20 gün önce gittiğimde beni görmeliydiniz.  29 Aralık günü benim için kelimenin tam anlamıyla şahaneydi. Diğer İstanbul caddeleri içinde benim için tartışmasız en "şık" cadde olan Abdi İpekçi Caddesi'nde lapa lapa kar yağarken, sokakta çalan müzik eşliğinde yürürken yaşadığım mutluluğu anlatamam...Annem ve ablamla birlikte, benim de fazla yürüyemediğim günlerde, o 50 metre kare alanda, lapa lapa yağan karın altında bütün butiklere dalıp çıktık. Kimisinden alışveriş yaptık. Sonra Brasserie'de öğle yemeğimizi yedik. Ve yine sokaklara attık kendimizi. Sonra yine aynı alanda biraz daha dolaştık. Ve yine akşam üzeri olduğunda, babam ve Cemil'in katılımıyla, Brasserie'de içkilerimizi yudumladık. Onlar şampanya içerken, ben maden suyunu yudumladım tabii ki!!! Sonra yine lapa lapa yağan karın altında, Park Şamdan'a yürüdük ve yemek yedik. Şamdan'ın kapalı bahçesinde yemek yerken, karı seyretmenin verdiği mutluluğu size anlatmam mümkün değil. Düşündükçe bile çok keyif alıyorum...Uzun lafın kısası, Nişantaşı'nı da çok özlemişim. Ve Allah'tan doktorum Nişantaşı'nda. Yine Salı günü kontrol için gittiğimde, yine bir sergi gezer, Reasürans Çarşısının altındaki kitapçıda oturup kitaplara bakar, Jo Malone'da bir sürü kokuyu karıştırıp deneme yaptıktan sonra bir kafe'de ya da bir pizzacı da şahane yemek yeriz... Ha bu arada ananemde (anneannem yazıldığını biliyorum) Nişantaşı'nda... Ona uğramak da keyif oluyor... Ne zaman doktora gitsem ona muhakkak uğruyoruz. O da bana hep en sevdiğim yemekleri yapıyor. Bu aralar enginara takıldım. Şimdi devamlı onu yapıyor :))))) Türkiye'de yiyebileceğiniz en iyi enginarı o yapıyor. Tartışmam bile :))) Benim ananem diye söylüyorum tabii ki :)))) Ama bana özel yapıldığı bilincinde olunca sevginin tadını alabiliyorsunuz... İşte o yüzden benim için tartışmasız en iyi enginar onun ki diyorum :))))))

Doktor da demişken kız olduğu kesinleşti. Ve benim karnım iyiden iyiye çıkmaya başladı. Umarım rahat bir ikinci dönem geçiririm. Umuyorum çünkü ilk 3 hatta 4 aylık dönemim hiç de kolay geçmedi. Şimdi kız isimleri için biraz okumak lazım... Denizlerle, okyanuslarla ilgili bir isim... Var mı aklınıza takılan bir iki alternatif? Ben eski İstanbul hanımefendilerinin eski isimlerini çok düşündüm açıkça, ama günümüze ayak uydurabilen isimler pek yok. E-posta alırken, interneti kullanırken, ya da yurtdışında görüşme yaparken anlaşılması, telaffuzu rahat olsun.  Hatta yabancı ad bile olabilir... Var mı fikirler?