23 Mayıs 2008 Cuma

Üzgün Cumartesim!


Harikulade bir hafta geçirdim...Şahaneydi. Kalabalık bir davete gittim, süper bir akşam yemeği yedim, müthiş bir sergide bulundum. 2 aydır buluşamadığım bir arkadaşımla buluştum. Güneşin batışında soğuk şarapları, Boğaz manzarasına karşı Şebnem ile birlikte yudumladım. Tanya ve Ersin'i nihayet -düğün hediyeleri ile birlikte- yeni evlerinde (yenilenmiş evlerinde) ziyaret ettim. Ayrıca Londra'dan canım Jacob geldi, ona da vakit ayırabildim ve İstanbul'da güzel bir akşam yemeği yedik. Hafta içi bir akşam, işten çıkıp, Harvey Nichols'da biraz alışveriş yapmayı ihmal da etmedim. Tabii tüm bunları 19 mayıs tatili için Yasemin'le birlikte gittiğim Milano dönüşünden sonra yapabildim...

Hayır! Hepsi yalan! Bütün haftam ofiste geçti... Sabahım, öğlenim, akşamım ve gecelerim... Hayatımda hiç yaşamadığım bir tecrübe!!!

Ben buna alışık değilim. Kendime ayıracağım zamanı işimin çalmasına tahammülüm yok. Sabah koşularım, sosyal hayatım kıymetli. Çünkü ben hayatı sadece işten ibare görmüyorum. Önem verdiğim değerler yerle bir olmuş gibi... Cumartesi günümü, hiçbir şey yapmayacaksam bile, planlamayı severim. Pazar ne yapacağıma Cuma'dan karar vermek isterim. Yasemin'le birlikte yine kısa hafta sonu gezilerimize gitmeyi istiyorum, en azından planını yapabilmeyi...Ya da yaz tatiliminkini... Hayatımın tadını çıkaramayacaksam, ben ne diye çalışıyorum ki?
Pek yakında istifamı verdim dersem şaşırmayın. İlk defa planım da yok. Ama üstteki gibi gülüyorum sadece. Rahatım. İçim huzurlu...Sebebini de bilmiyorum.
Yoksa, yoksa paniklemeye mi başlamalıyım? Ne dersiniz?

19 Mayıs 2008 Pazartesi

19 Mayıs - Ofisteyim!

Yukarıdaki resim sizi aldatmasın! Geçen seneden kalma bir resim...Geçen yıl 19 Mayıs'ta ne haldeydim? Bu sene? Sormayın!Bu seneki resim depresif olabilir diye koymuyorum. Bu sene ofisteyim... Sabah Şebnem ile konuştum; o da aynı benim gibi. O da çalışıyor...Karşılıklı lanetleştik sabah sabah...Bari yağmur yağsaydı! O da yok!

Bugün 19 Mayıs ve dışarıda şahane bir hava var ve ben ofiste kah çalışıyorum, kah internet başında yazışıyorum ya da yazıyorum...Ve bu hiç de hoşuma gitmiyor... 23 Nisan böyle, 19 Mayıs böyle...Herkes tatil yaparken burada ofiste iş yapmak anlamsız geliyor. Daha doğrusu çalışmayanları, haftasonu ile birleştirip tatile gidenleri kıskanıyorum... 20li yaşlarda değilim ki o hırsla ve o gazla burada ofiste hayallerimin peşinde koşayım. Ben daha rahat olmak istiyorum; Ama dergi işi böyle birşey işte. Her ayın bir haftası plan yapamıyorsun. O hafta içinde en az 2- 3 gece sabahlıyorsun. Son 4 aydır bu hep böyle...

Bu arada şunu söylememde fayda var; her sektörde, her yerde olduğu gibi, burada da biraz 'türkiş' çalışılıyor : 15 iş var ama hepsini 1 kişi yapıyor! ; Bizim türkler, "onu da o yapsın, o görevi de bu üstlensin, şu sorumluluk da ona ait olsun" mentalitesine alışmış, bir adama 50 iş birden yaptırıyor...Ucuzcu oluyorlar...Nitelik değil nicelik önemli oluyor...Burada hepimiz cambaz gibiyiz. Neredeyse 15 senedir aynı sektörde (medya) kesintisiz çalışıyorum; bu kural hiç değişmedi: her işin adamı olacaksın biraz... Keşke Amerika gibi olabilsek, ya da İngiltere, ya da Fransa, Kanada, İsveç, İsviçre, Danimarka...Medeniyetin olduğu, insanların insan gibi muamele gördüğü memleketler gibi olabilsek...

İşimi seviyorum, ama adaletli olmadığının bilincindeyim. Türk kuralı bu! Çok çalış, az maaş, 10 iş, 1 adam... Sonra verdiğimiz vergileri düşünüyorum, sonrasında vergilerin kimlerin cebine girdiğini (bize dönmediği kesin)...Sonrasında sigorta aklıma geliyor, sigortalıların gitmek zorunda kaldığı hastaneler...Zaten bu konuyu hiç açmayalım - orası içler acısı...Hem fakiri hem zengini rezil oluyor bu ülkede...

Neyse bu konulara girmek istemiyorum... Hazır burada ofiste isyanlar içinde otururken, bir de isyankar yazı yazmayayım...Daha neşeli, daha fıkır fıkır bir konuya geçeyim...İş, Amerika, sigorta, hastane falan demişken aklıma kozmetiksel ürünler geldi... Belki bu konuda sizin bana yardımınız dokunabilir.

Hafta sonu bir krem keşfettim, ama ne krem....Gold Bond Ultimate Healing Lotion... (A-ha yanda resmi de var)... Arkadaşlar ben böyle bir krem görmedim. Ellerim, bacaklarım anında yumuşacık oldu. Ellerinizde ayaklarınızda ya da vücudunuzda çatlak, kuruma falan varsa yaratacağı ufak çaplı mucizeleri hayal edemezsiniz. Bende çok kuruma yoktur ama bu ucuz amerikan kremi normal bir cildi yumuşacık ama hakiki anlamda yumuşacık yapıyor... Yağlı yağlı hissi de yok - ki bu histen nefret ederim... Sizlerden Amerika'ya gidecek olan var mı? Bu kremi muhakkak alalım, kullanalım....

Kozmetik demişken, üstte bahsettiğim krem dışında, kozmetik'e servet harcamadan inanılmaz iyi sonuçlar alabileceğiniz bir markayı tavsiye ederim sizlere... St Ives! St Ives ile yaklaşık 2 senedir yazışıyoruz. Türkiye'ye getiren firma ile ilgili ciddi şikayetlerim vardı, meğer onlarında varmış ve şimdi çok esaslı bir firma ile anlaşmak üzerelermiş. - Sanırım P&G ya da Unilever gibi bir firma...Kim bilemiyorum henüz ama daha evvel çalıştıkları dinci bir firmaydı... Ve hiç tereddüt etmedim şikayet ederken. Hatta onları ilk ben uyardım 2 sene önce, 'mallarınız bulunmuyor, hep son kullanma tarihi geçmiş ürünler raflarda var' diye... Eminim reklam ödemeleri de hep ceplerine girmiştir bu dinci firmanın... Neyse o gün bugündür yazışa yazışa o kadar sıkı fıkı olduk ki, benim pazarlama bölümlerinin başına geçmemi istiyorlar. Evet, gerçektende inanılmaz bir durum ama ürünlerini iyi tanıyorum, yeniliklerini takip ediyorum falan diye, durum buralara kadar geldi... Daha zaman var; Ekim ya da Kasım gibi yeniden Türkiye Pazarı'na girecekler... O zaman bakarız durumlara...Pazarlama departmanlarının başına geçermiyim bilmiyorum, bildiğim birşey var o da; ürünlerini kesin alır ve gözüm kapalı herkese tavsiye ederim...

15 Mayıs 2008 Perşembe

Diane Von Furstenberg!

Geçenlerde magazin bloglarında birinde okudum; Britney Spears'in kötü ruh halleri, ona 65 milyon dolara malolmuş...Saçlarını kazıdığı günden beri, rehabilitasyonlara, mahkemelere, avukatlara, psikiyatrlara verdiği paralar 65 milyon doları bulmuş... Kötü ruh hali insanda nelere maloluyor... Sizin hasarınız, mesela ne kadara malolmuştu? 65 milyon dolar olmasa da, eminim hepimizin kötü hissettiği zamanlarda, finansal bir iflas yaşamışsınızdır. Bu aralar benim de canım ufak tefek şeylere sıkıldı ve dün iş arası Harvey Nichols'a gittim. İçim sıkılmıştı ama Britney kadar değil tabii... 2 elbise, 1 pantalon aldım. Oh ne iyi ettim. İnanılmaz bir şekilde kendimi daha iyi hissediyorum. Aldığım elbiseler resimlerde... Birebir aynıları...


Bugün az önce karar verdim; elbiselerini aldığım designer, bundan böyle en sevdiğim designer!!! Üstümde bu kadar iyi duran ve bir o kadar da rahat olan elbise bulmak zordur... Diane Von Frustenberg!!!
Web sitesini de gezdim. Hepsini almak istedim. Sizde görmek, gezmek isterseniz diye : http://www.dvf.com/ Ve bunun için canımın sıkılmasını beklemeyeceğim. İlk fırsatta bir daha...Bu yaz sadece elbise ile dolanmak istiyorum... Ama önce yaz gelsin istiyorum. Hem de bir an evvel!!!
Şimdi bunlara ayakkabı lazım...

Değil mi, çünkü yukarıdaki modelleri pek tutmadım? Siz ne önerirsiniz?

14 Mayıs 2008 Çarşamba

Munich!


Yaz geldi, yaz...Mis gibi çim kokusu, manavda meyveler. Yeşil erik, kiraz, çilek, kayısı, yakında şeftali, karpuz ve kavun...Üzüm, mürdüm eriği, armut - hani ufak olanlardan... Ve daha niceleri...Sıcacık bir hava ve buz gibi deniz... İstifamı verebilirim. Ben bu dünyaya çalışmaya mı geldim? Sefasını sürmek istiyorum, çalışmanın gerekli olduğu bilincindeyim ama part-time çalışsam ne olur? Sigarasızlık başıma vurdu!!! MU?
Sigarayı bırakalı 2 haftayı geçti. Kolay değilmiş. Hele ki şu aralar daha zorlaştı. Zamanla kolaylaşır herhalde... - diye umut ediyorum! 2 hafta uzun bir zaman değil. Ve bu 2 hafta içinde hatırladığım en zor gün bıraktığımın ikinci günü; günübirlik bir Münich yolculuğu yaşadığım gün. 2 hafta önce Yasmin'in dişleri için bir doktor ziyaretimiz vardı. Hayatta münasip bir yerimi kaldırıp da gideceğim bir şehir değil - Almanya değil daha doğrusu! Ama yolculuğu ablam hediye edince işler değişti; biletlerimizi ablam aldı; babam da bize o gün keyif yapalım diye cebimize paramızı koydu... Daha ne? Bana sabah erken kalkıp, uçağa binip, Münich şehir turu yapıp, akşama uçağa binip evime dönmek kaldı... İyi de yapmışım. Güzel şehir. Daha doğrusu temiz bir şehir. Avrupalı ülkelerin klasik görüntülerini anlatmama gerek yok. Bir daha, sağlık sorunu olmazsa asla gitmeyi düşünmeyeceğim bir şehir, ama iyi oldu - gittim mi? Gittim...
Yasmin'le birlikte, yine sinir ve kahkahaların havada uçuştuğu bir gün geçirdik. Biz abla kardeş böyleyiz. En çok birbirimize kızıyoruz çünkü en çok birbirimizi seviyoruz...Abla kardeşler iyi bilir... Ne kadar çok seversen o kadar çok kavga ediyorsun. Ama uzun sürmüyor. Kavganın hemen ardından kahkahalarla gülebiliyorsun. Samimice, yalan olmadığını bilerek! Sağolsun, asabiyetimi sineye çekti ama günün sonunda : "Verda sen başla sigaraya, çünkü tahammül edilecek gibi değilsin" diye isyan da etmedi değil...Yukarıdaki resimler çekilmeden 10 dakika evvel, Münich seslerimizle yankılanıyordu; genelde de benim sesim...Ama 10 dakika sonra can ciğer gibiyiz. Ne gibisi, ciğeriz biz...Neyse, Yasmin'i dişçisinde beklerken artistik fotoğraflar da çekmeyi ihmal etmedim. Onlardan biri de aşağıda gördüğünüz fotoğraf... Çok beğendim bu fotoğrafı, siz ne dersiniz?

12 Mayıs 2008 Pazartesi

Aynı eşek gibi!


Mutlu olmanın 5 altın kuralı var : 1. Kalbinizi nefretten uzak tutun 2. Beyninizi telaşlardan uzak tutun. 3. Basit yaşayın 4. Daha fazla verici olun. 5. Daha az bekleyin.


Bir gün bir köylünün çok sevdiği eşeği kuyuya düşmüş. Eşek nasıl ağlıyor, nasıl anırıyor, köylü bir yukarı bir aşağı, eşeğini kurtarmanın yollarını düşünüyor... Ama kuyu derin. Aradan saatler geçiyor... Eşek de saatlerce durmadan devamlı ağlıyor... Köylü düşünüyor düşünüyor ve : "Eşeğim yaşlandı, onu kurtarmam mümkün değil. En iyisi hayatına son vereyim de o da, ben de bu acıdan kurtulalım." diyor. Ve köylü kürekle eşeğin üstüne toprak atmaya başlıyor. Eşek olayın farkına varıyor ve daha fazla ağlamaya, daha fazla anırmaya başlıyor. Köylü de komşularının yardımıyla üzerine toprak atmaya devam ediyor...
Aradan bir vakit geçince eşekten hiç ses çıkmıyor ve bir bakıyorlar ki eşek inanılmaz bir şey yapıyor: Üzerine düşen toprakları üzerinden silkip, kendine basamak yapıp kuyu içinde yükseliyor. Bu inanılmaz olay karşısında köylü ve komşuları daha fazla toprak serpip, eşeğin daha hızlı kuyudan yukarı çıkmasına yardımcı oluyor.
Üzerinden silk ve bir basamak daha yukarı. üzerinden silk ve yukarı...
Burada alacağımız ders şudur ki; başımıza gelecek her türlü kötü, moral bozucu olay, ileride bize hedeflerimize yaklaşmamızda yardımcı basamak olacak...

Hepimiz o kuyuya düşüyoruz. O kuyuya düşmek normal; oradan çıkayı bilmek önemli.

Üzerinize düşen pisliği, toprağı üzerinizden atıp, hayata devam!!! Aynı eşek gibi!