13 Eylül 2010 Pazartesi

Hayatım boyunca gurur duyacağım bir "hayır" dedim ben dün!

Halkını cehalet ve sefalete teslim eden yöneticiler yok olmaya, cehalet ve sefalete sürükleyen yöneticileri seçen halk ise KÖLE olmaya mahkumdur.

M.K.Ataturk




4 Eylül 2010 Cumartesi

Maral ve Ayaye... Ve Maral ve biz.. ve MAral.. vs vs vs...






Çok kısa yazacağım... Çünkü artık Maral günde 1 kez uyuyor. Sabah kalkıp kahvaltıdan sonra biraz oyun, biraz hava alıyoruz, sonra öğle yemeğini yiyip yatıyoruz. Tabii ki o uyuyor ben kalan işlerimi yapıyorum ama çok yoruldum bu aralar. Evimize taşındık. Tuzlayı özledim biraz. Ama havalar havuza girmeye müsait değil Maral için, o zamanda Tuzla'da daha fazla kalmanın anlamı kalmadı. Ama bu aralar sıkıntıdayım. Yemek yemiyor. İyice katı gıdaya geçtik artık ve Maral kendi kendine yemek istiyor. Bende bıraktım kendi kendine... Artık ne yerse kendini nasıl doyurursa... Ama inanın hiçbir şey yemiyor aslında... Bakalım nereye kadar gidecek bu... Ne yapmalıyım hiçbir fikrim yok... Sıkıntılı işler anlayacağınız...

1 Eylül canım annemin doğum günüydü. Yine yaptı yapacağını ve Maral'ı düşünerekten, kesinlikle akşam yemeği istemiyorum dedi. Maral yorulur diye... Bizde öğleden sonra gittik ve bütün günü birlikte geçirdik... Canım annem sen ne düşüncelisin. Hep bizi düşünüyorsun.. Biraz da kendini düşün lütfen. Örnek ol bize yani... Önce kendini düşün ki, bizde önce kendimizi düşünmeyi öğrenelim... Ve lütfen hep var ol. Sağlıklı ol. Yanımızda ol. Seni çok seviyoruz. Ayayeeee!

Evet Maral anne demedi daha - daha doğrusu bana hitap etmedi anne diye... Ama anneme ayaye diyor... Annemi görünce başlıyor ayaye ayaye demeye... Babama dede, Cemile de baba diyor... Yasminin de yeni adı Abicin...Abicin abicin diye dolanıyor Yasmini görünce... Banyoya bıcıbıcı, yemeğe mama, çişe de çişşşşşşşşş.... Ama ne cümleler kuruyor ne cümleler duymak lazım... Hiçbirini anlamıyorum ama sanırım o bizleri gayet iyi anlıyor. En azından getir götürü gayet iyi biliyor. Biiiiiiy, iykiiiii, üüüüüüuuuuçççşşş... (yani bir iki ve üç) Evde çalışan kızımız var, adı Fati ama Maral ona Pati diyor. Attaya gidiyoruz diyorum, kapını önüne gidip aytta diye söyleniyor. Ya da eline herhangi bir çanta alsa da olur. Attaya gidiyoruz ya, hemen eline bir çanta kapıyor ve aytta diye söylenmeye başlıyor... Aç kelimesi bu kadar güzel söylenemez... Açiiiiii.... açıyorum demek - ya da ben öyle zannediyorum... Bittiye biytti.. Topa bol diyor... Sanırım ingilizcesini duydu ve öğrendi... Anlatmakla bitmez... Görmek lazım...

Ve umarım bu yemek sorununu da hallederiz yakında... Neyi nasıl yapacağım bana yardım edebilecek, fikir verebilecek birisi varsa lütfen hiç çekinmeyin derim. Her türlü öneriye açığım...

Bu arada resimlerin en sonuncusunda benim en yakın arkadaşım Maral da var. Yani Maralıma adını veren büyük Maral. NY'da yaşıyor, İstanbula senede bir gelir, muhakkak görüşürüz geldiğinde. Bu seferde Tuzla'da kaldı eşiyle beraber ama çok eğlendik, acaip çok güldüm. Sağolsun, iyi olsun.... Onu da çooook öpüyorum buradan...

13 Ağustos 2010 Cuma

Azcık politika....

1 ayı aşkın Tuzladayız. Bana kalsa 1 ay daha burada kalırız. Zamana bıraktım. Açıkçası burası rahat oldu. Maral açıkhavada, suyun içinde büyüyor. Haliyle bizde... Ama bugün sadece Maralı yazmayacağım. Türkiye ile ilgili bir mesele aklıma takıldı onu bahsetmek istiyorum.

Hani gitgide yüzümüzü doğuya çeviriyoruz diye yazılıyor ya; ben farklı bir açıdan bakmak istedim. Şimdi yüzümüzü doğuya döndürünce, haliyle arkamızı Avrupaya doğru çeviriyoruz demektir... :)))Avrupa - her ne kadar sevsem de - arkanı dönecek bir topluluk değil. :))) Batıya, yani Avrupaya dönersek de bu sefer arkamızı araplara dönüyor oluyoruz; e bu da pek tekin bişi değil. Aman aman derim!!! Araplar da pek dönülecek bir topluluk değil! Bence en doğrusu yüzümüzü yukarıya, kuzeye doğru dönelim, arkamız Akdeniz ve Afrika... Pek de rahat olur. Türkiyenin ne doğuya ne batıya dönük olma ihtiyacı yok. İlla bir yerlere dönecekse, kuzeye biraz Beyaz Rusya, biraz Rusya, azıcık Finlandiya, Danimarka ve oradan ver elini kuzey kutbuna... Oh mis gibi... :))) Doğuda bişi yok! taa uzak doğunun en asil ülkesi Japonyaya kadar!

Geçenlerde dünyanın en huzurlu ülke sıralamasına baktım; hemen yazayım :
1. Yeni Zelanda
2. Danimarka ve Norveç (bu ikisi ikinciliği paylaşıyorlar)
3. İzlanda
4. Avusturya
5. İsveç
6. Japonya
7. Kanada
8. Finlandiya
9. Slovenya
10. Çek Cumhuriyeti

Sıralama devam da ediyor... Merak edenler www.businessweek.com'dan ulaşabilirler..

Bu sıralamayı ülkelerdeki güvenlik, gelişim, refahlık, suç oranları, işsizlik gibi unsurlara göre yapmışlar... Ama dikkat çekici unsur İskandinav ülkelerinin ilk 10'un içinde bulunması. Dedim ben yüzümüzü yukarıya doğru çevirelim diye... Herhalde ülkelerin iklimlerine biraz bağlı olaraktan, ne kadar soğuk olursa o kadar daha sakin ve huzurlu olunabiliyor... Hmmm bana doğru gibi geldi biraz... Düşündürüyor değil mi?

Valla ben evimdeki huzuru ülkemde de istiyorum. Bıktım gündemdekilerden. Her alanımızda bir sorun, bir soru işareti var. İçişlerinde, dışişlerinde, sporda, eğitimde, iş dünyasında, sağlık sektöründe, medyada, trafikte... Anasını satayım her ama her alanda bir gariplik var... Pozitif birşeyler oluyor, hemen akabininde aynı olayda negatif şeyler... Kandırılıyor muyuz nedir? :) Kim Türkiyenin bu politika ile ileriye doğru gittiğini düşünüyorsa, ona hemen bir sorum var...

Huzurun var mı? Huzurun?

21 Temmuz 2010 Çarşamba

Tuzla Tuzla

Annem ve babam sağolsun! 1 haftadır onların evinde, Tuzla'da kalıyoruz. Tam anlamıyla tatil yapıyoruz da diyebiliriz. Gündüzleri Maral ya evde havuza giriyor, bahçede koşuşturuyor, Maya (Vitonun can arkadaşı canım köpeğimiz) ile oynuyor, ya da evimizin 2 adım ötesinde, kanımca Istanbul'un en iyi klubü olan Istanbul Mercan Yuvası tenis klubünde denize giriyor, tenis oynayanları seyrediyor, ve akşamları güneşin batışına nazır, denizin dibinde bizimle akşam yemeği keyfi yapıyor... Tekne tatilinden çok daha iyi oldu bu şimdilik. Bir defa Maral için süper oldu, koşacak alan, keşfedecek çok şey var... Dişleri de 5 oldu. Öyle çil çil de terlemiyor burada...

Özetle, biz burada Tuzla da evimizde çok mutluyuz. Nefes alıyoruz. Gündüzleri annemlerde bizi ziyaret ediyorlar, Yasmin'de yüzmeye gelecek haftanın 3-4 günü...

EEeeee, limonatayı yaptık biz! Hem de içinde biraz cin ve biraz da vodkası var!!!

Resimler çok yakında!!!

13 Temmuz 2010 Salı

Yaz bitti!

Geçtiğimiz Cuma akşamı Cemili bavulumuzla beraber Marmaris'e yolladık. Pazar sabahı orada buluşmak üzere... Bende Cumartesi akşamı çok gitmek istediğim bir partiye gidecektim, pazar sabahı da kızımla beraber uçağa binip Cemilin yanına gidecektik. Herşey planlandı. Cumartesi öğlene kadar herşey şahane idi. Tam laylaylomluk bir durumdu... Keyfimi anlatamam. O kadar iyi hissediyordum ki kendimi, nerdeyse midemde kelebekler uçuşuyordu - yani sanki....

Ama ne yazık ki yazı kapattık. Bu yaz da denizin, güneşin, tekne tatilinin hayali kaldı. Cemil Cumartesi sabahı 3 ay evvel ameliyat olduğu aşil tendonunu yeniden kopardı. Daha doğrusu yeniden koptu ve Cumartesi gecesi apar topar İstanbul'a döndü. Boğazımda bir tıkanma var, hala... Hem Cemile üzülüyorum hem kendimize... Aman sağlık olsun, en önemli şey sağlık diyorum kendi kendime ama hala olayın şokundayım. Dün sabah yine ameliyat oldu Cemil. Bugün de Maral ile birlikte ziyaret edeceğiz. Bu sefer daha da zorlu bir iyileşme dönemi biz bekliyor. Hemde yazın tam ortasında.

Yani neymiş? Hayatı olduğu gibi kabul etmek lazımmış, ve limonu bir şekilde limonata yapmak! Ama moraller bu kadar bozukken neyi nasıl yapacağım bilmiyorum... Talihsizliğin böylesi yani... Çok üzgünüm. Çok!