21 Mart 2008 Cuma

Hafta sonu kaçamağı gibi...

15 Mart Cumartesi...

Saat 14:10. Şebnem'den bir telefon:
"Verda nerdesin?"
"Etiler'deyim Şebo!"
"Yetişemeyeceksin!"
"Yetişirim Şebo..."
"Peki."
Saat 14:25. Bu sefer bir başkasından bir telefon:
"Nerdesin"
"Eeee, (nerdeyim ben bir anda şaşırdım) Etiler'den çıkmaya çalışıyorum. İkinci köprünün ayağına gelmek üzereyim."
"Birinci köprü daha iyi olur - sana karışmak istemem ama..."
"Bir saniye polis var"------------------------"OK, polisleri geçtim. Alo? Alo? Alooooo?
--------------------------------------------------------------

İçimden yetişirim dedim ama bu trafikte zor! Kısa sürede yol krokisi, plan programı... Arabanın burnunu çevirdiğim gibi yine Etiler'den çıkarak birinci köprü istikametine... (en klasik yolda karar kıldım tabii ki - anayollar) Orada da trafik var ama ne de olsa birinci köprü yolu Bostancı istikametine daha yakın...Ve makas atıp (maalesef, sıkışık durumlarda iyi becerebildiğim manevralardan biri, ama sadece çok sıkıştığım zamanlarda), daha kolay varabileceğim bir yol.

Saat tam 15:00'da Bostancı İskelesi'nde olmak lazım. Hay Allah, tekne bu, ya beklemezse... Olur mu, düğün için bize özel tutulmuş...Bekler. Ama onca insan bekletilir mi? Ayıp olacak...Ama dur kaptanın numarası cebimde...

"Alo, Ziya Kaptan? Merhaba, ben Verda. Biz 10 dakika gecikebiliriz" - (10 dakika mı? O sırada saatler 14:55'i gösteriyor ve ben hala Fenerbahçe Stadyumu'nun önünde, trafikte 6. sigaramı yakıyorum. Aynı zamanda ufak valizimi topluyorum - ki arabadan jet hızı fırlayabileyim)

"Olur olur, merak etmeyin, siz olmadan kalkmayız... Herkez gecikiyor gibi"
"Tamam Kaptan süper. Görüşmek üzere" (Lodos fırtınası vardı sabah, şimdi nasıl diye sorsam mı)

Şebo'dan bir telefon daha...

"Nerdesiniz?"
"Taksiye binmek üzereyiz (yalan, daha yalnızım o sırada), ama trafik var, siz nerdesiniz?
"Para çekeceğiz daha, 5 dakika gecikiyoruz." - (Ohhhhh - bir biz değiliz anlaşılan geç kalan)
"Tamam Şebo, orada görüşürüz, öpüyorum sizi"

Bir telefon daha...

"Verda, geç kaldık, nerdesin?"
"eeehhheeemmm, evinin önündeeeeee (bu da yalan)"
"Aşağıya iniyorum"
"İn - ama yavaş in" (ne olur asansör bozulsun, elektrikler kesilsin, birşey olsun - ki yavaş insin)
"Tamam, ben zaten park ediyorum" -(en az 5 dakika sonra park ediyor olabilirim heralde)

Saat 15:15 - Arabadan jet hızı ile iniyorum.

Hemen yolun karşısına taksi tutmaya; ama taksi yok! Var olan tek şey trafik! (Arabamı kilitledim mi, içeride sigara bırakmadım değil mi, evimin anahtarları her zamanki yerindeler mi? Neden hiç taksi yok? Otostop yapsak? Dolmuş'ta mı çalışmaz? Miting mi var buralarda ya? Ne oluyor? Fenerbahçe şampiyonlar ligi maçı mı oynuyor yoksa Cumartesi öğleden sonra?Ne bu kalabalık, bu hengame?)
Hah - bir taksi - sonunda...

Ve bir telefon daha:

"Verda, biz geldik"
"Biz de varmak üzereyiz Şebo"
"Süper, hadi gelin"
"Evet ne güzel, hadi geliyoruz"

Öyle böyle yaklaşık 15:30'da Bostancı - Adalar iskelesine vardık.

Şebnem ve Hasan teknede oturmuşlar, bizi bekliyorlar, ama tekne yarı yarıya boş... Sakin durdum (bunu da becerebiliyorum, hakkaten bravo bana) geçen onca zaman boyunca ama içim ya yetişemezsek ya çok geç kalırsak fikirleri ile fıkır fıkırdı...Aklımda alterantifler yaratıyordum - ama 3-5 değil, onlarca...

Tekneye vardık ya; şimdi rahatlama zamanım...

"Şebo, bira alalım ya, yolda içeriz"
"Alalım, başlayalım Verda"
"hadi"
"hadi"

Bir koşu bakkal - 6 soğuk bira, yanında cashew nuts! - Oradan bir koşu tekne...

Oh başladık dedim içimden...

Kaptan herkesi toplayıp motorları çalıştırdığında, Heybeliada Halki Palas'a doğru yola çıktığımızda, saatler 16:00'ı geçiyordu...

Soğuk, rüzgarlı bir güneşte, teknenin en üst kısmında, yolculuğun sonuna kadar yukarıda oturmayı başarabilmiş iki kişiden bir olarak (diğeri elbette ki Şeboydu), açıkçası düğünden çok, hani küçükken, çok küçükken, arkadaşlarınızla hafta sonu toplanıp oynamaya gittiğiniz günlerdeki duygular vardır ya; ben de öyle bir yere gittiğimi hissediyordum...Tek fark, Şebo'nun allı pullu makyajı (ben onu makyajsız çok beğeniyorum) ve elimizdeki bira şişeleri... Bir de oynadığımız oyun falan yok, paso dedikodu...

Yaklaşık bir saat sonra adaya vardık; Halki Palas'a vardığımızda kapıda hepimizi Tanya ve Ersin karşıladı. Odalarımıza yerleştik ve Tanya ve Ersin'in konuklarına, bizlere, hazırladığı Fayton gezisi sürprizi için otelin kapısına yöneldik...Hava soğuk ve yağmurlu olmasa daha da keyifli olacaktı, ama teknede üşümüşüz bir kere... Isınmak için daha çok zamana ihtiyacım vardı... Söylemeden edemeyeceğim faytonla ada keyfide bir başka oluyor. Atların durumu hariç... Küçüklüğümde, Burgazada'dan tekneyle Heybeliada koylarına gelirdik. O günler gözümde canlandı...

Neyse, herkesden önce otele gidip, üstümüzü odalarımızda değişip, aşağıya lobiye, Tanya ve Ersin'in birbirlerine evet demelerine şahitlik yaptık. Sakin, samimi bir ortamda. Gel görki, o kadar sakin ortama rağmen, otel lobisinin balkonundan güvercin uçurmalarını göremedim... Ama Tanya'nın gözyaşlarını silebildiğimi hatırlıyorum...

Kutlama ve fotoğraf faslı bittiğinde, otelin 2 kat aşağısında bulunan yemek salonuna doğru yöneldik... Masalarda hepimizin isimleri vardı, bulmak zor olmadı yerimizi, ama benim aklım yemekte (ne oluyor bana böyle, neden bu kadar acıkıyorum)... Yemeğimi normal bir insan gibi yedim diyebilirim... Müziklerde çok iyiydi... Ama tatlı....Hayatımda böyle tatlı yemedim (yalan, ayda en az bir kere böyle yerim, tabii sözüm dondurmadan dışarı, onu her gördüğümde). 2 tabak tatlının üstüne düğün pastası - 2 porsiyon!!! Uyarılara maruz kaldım, ama beni bilen beni maalesef aslında kimseyi dinlemediği bilir. Dinliyor gibi yaparım.

Sonra gece boyu düğünün zarifliğine uygun bir şekilde, herkes gibi bizlerde saatler 02:00'ı gösterdiğinde odalarımıza dağıldık. Düğün detaylarına çok girmeyeceğim, onun yerine aşağıda düğünde kendi gözümden ön plana çıkanları listelemeyi tercih ettim;

1. Adaya tekne ile varış
2. Şebonun makyajı
3. Tanya'nın güzelliği ve Ersin'le birbilerine olan uyumu
4. Otel lobisindeki moruk papağan
5. Fayton turu ve Heybeliada koyları
6. Ersin'in, kızı Ayşe ile "düet"i
7. Tatlılar ve daha çok tatlılar
8. Hediye aldığımız CD, kolye ve pashmina
9. Hasan'nın başağrısı ve odasına doğru kaçışı (keşke korkutsaydık onu ya)
10. Sibel'in sigara krizi
11. Doktor
12. Heybeliada ve adalarda yaşam nasıl olur muhabbeti
13. Heybeliada'da 630.000 YTL'ye rezil bir ev (YUH!)
14. Havanın güzelliği - (O kadar ki bir daha bir daha bahsedilmeyi hakeden bir havaydı)
15. Kahvaltımız ve tarafımca bal kullanarak üretilen tatlılar (bu tatlı krizi ile ilgili birşey yapmam lazım)
16. Düğünde arabesk şarkı çalınca Tanya'nın hali (çok kızdı - ama neyse 5 dakika sürdü)
17. Şeboyla adada sabah yürüyüşü sırasında yaptığımız laklak, dedikodu, çekiştirme (ama düğünü değil!)
18. Tekne ile Bostancı'ya dönüş (Bu kadar mı güzel olur hava - yaz gibiydi yaz!)

Aklıma gelenler - ya da daha doğrusu aklımda kalanlar bunlardı...

Açıkça düğünden çok hafta sonu kaçamağı gibi geldi... Ama hiç bitmesini istemediğin türden...

Pekiiiiii.... Şimdi sıra kimde?

10 Mart 2008 Pazartesi

Tanya ve Ersin'e...

Mart ayının ilk yazısı... Ayın 10'u olmuş. Zaman su gibi akıp gidiyor dedikleri böyle birşey işte...
Geçtiğimiz hafta sonu Kars - Sarıkamış'ta geçti. Güzelim ülkemde hiçbir şey doğru değil. Şahane bir doğa, mükemmel yapılabilecek pistler, oteller, servis... Ama yok - Olağanüstü doğaya karşı, bir o kadar rezalet ortam. 10 üzerinden 2 alır. O 2'de doğal ortama... Doğası yıldızlı 10 eder ama, yetersizlikler, bilgisizlikler, fırsatçılıklar puanını bir o kadar da indiriyor. Herneyse, gitmeyi düşünürseniz hazırlıklı gidin. Mesela ben meyveye aç bir insanım ya da diet cola'yı ararım...Sıcak suyu isterim. Sakinliği veya istediğim zaman gürültüyü isteyebilirim. Kayak yaptıktan sonra, bir yudum içeceğimi zamanında beklemeden içmeyi, karnım acıktığında, kuzu etinden başka bir şeyi yemeyi isterim. Bir de tüm bunlara ek olarak pistlerde türbanlıları görmek istemem... Bir daha gitmek? Kesinlikte giderim. Ama bu sefer eksiklikleri bilerek...Yanımda kendi ihtiyaçlarıma göre ekstra bir çanta... Tamamdır... Ama yazık... Neler yapılabilir oysa...

Bu arada Kars - Sarıkamış'ta mavi berelilerden çok gördüm. Gözüm kaçamak yapmadı değil. Aslan gibi hepsi. Bir de Kars'ın çok güzel bir şehir olduğunu duydum. Ne yazık ki bilemiyoruz...Sanırım ben dahil, hiçbirimiz kıymetini bilemiyoruz. Sadece söylenip, sallıyoruz... Kıymet, değer bilmek lazım...

Kıymet derken...

Önümdeki hafta sonu 'düğünümüz' var. Heybeliada'da. Dört gözle bekliyorum. Hemen hemen herşey hakkında ikilem yaşadığım günler geçiriyorum. Normaldir. Olur böyle günler. Sorguladığım çok şey var. Bu düğün bir nefes olacak bana. Çok şık düşünülmüş, çok rahat hissedebileceğimiz bir ortamda olacak. Valla size sesleniyorum : Çok ama çok özelsiniz. Size bir ömür boyu mutluluklar diliyorum. Öğrenecek çok şey, alınacak çok ders var ikinizin de sevgisinden. İnsan sevgisi, hayvan sevgisi, hayat sevgisi. Saygı, herşeye. Sizlere gerçektende bir ömür boyu sağlık, HUZUR, mutluluk ve kolaylık diliyorum. Birbirinizin kıymetini iyi biliyorsunuz. Sizleri tanıdığım günden beri bu değişmedi. ÇOK ÖNEMLİ bu. Birbirinizin değerinin farkındasınız.

Evlilik alınması zor bir karar. ÇOK ZOR bir karar. Ama kolay olduğunu hissettiğinde doğru gibi. Değil mi? Gerçek anlamda birbirinizin hayatını kolaylaştırdığınızda doğru gibi... Ve bu etrafınızda olan herkesle biraz bağlantılı da oluyor. Gerek aile, gerek arkadaşlar, gerek başkaları... Birbirinizin etrafındakiler de çok önemli rol oynuyor. Huzurunuzu kaçıracak insaları etrafınızda tuttuğunuzda, kendi huzurunuz gidiyor. Birbirinize huzur verdiğinizde, birbirinize yaslandığınızda, en kötü gününüzde yanınızdayken kendinizi iyi hissettiğinizde...zaten birbirinizin değerinizin farkındasınız demektir. Bu kolay bulunmuyor. İster iki kadın, ister iki erkek, ya da bir kadın ve bir erkek olsun. İnsanın muhakkak sevgiye ihtiyacı var diye düşünüyorum. Ama o ince çizgiyi kaçırmamak lazım. Yalnız olmamak için birlikte olmamak lazım.

Vito kesinlikle beni yalnız hissettirmedi, ama şimdi anlıyorumda, onun sevgisi, benim ona olan sevgim hiç bitmeyeceği için, yanımda olmadığı, olmayacağı zamanlar bile kendimi hiç yalnız hissetmeyeceğim...

Bir de Yasmin var tabii. Bu sabah hararetli bir tartışma, bir atışma...Ama en güzeli yarım saat sonra birbirimize sarıldık. Birbirimizi ne kadar sevdiğimizi dile getirdik. Çok önemli. Aile olmak bu olsa gerek. Kalabalığa gerek olmuyor. Aile çok önemli. Aile olabilmek çok önemli...

Ben de buradan, Tanya ve Ersin'e sıkı bir aile olmalarını diliyor, onları buradan bir kere daha kutluyorum...
Bu arada 15 Mart Cumartesi gecesini de yazacağım, sürprizleriniz bol olsun - ona göre!!!