28 Nisan 2008 Pazartesi

Yeni bir hayat! Benim hayatım!

1 Mayıs Perşembe günü, hayatımda keyif aldığım, bırakmayı hiç düşünmediğim birşeyi bırakıyorum. Bu kararı geçen Kasım ayı'nda almıştım ve zamanı geldi.

Mayıs'ta bırakacağım dediğim sigarayı bırakıyorum.

16 yaşımda, Millfield'de (İngiltere'de gittiğim yatılı okul), oda arkadaşlarımla başladığım, o günden bugüne - yaklaşık 25 sene - her gün ortalama 1 paket içtiğim sigarayı bırakıyorum.

Kolay olmayacak. Her ne kadar daha evvel bırakma teşebbüsüm olmasa da, bırakmak tecrübesini yaşamadıysam da, etrafımdan gördüğüm kadarıyla, beni gerçekten de zor günler bekliyor. Yardımsız bırakıyorum. Ne bir doktor, ne bir iğne. Sadece ben. Ve iradem.

Bırakmaya kararlıyım. Herşeyden önce zorunluyum.

Ekim sonu Maraton koşacaksam, ciğerlerimin en iyi kapasitede olması lazım. Zararını hiç hissetmedim bunca yıldır, ne nefessiz kaldım, ne de öksürdüm. Ama eminim bir farklılık yaratacaktır. Ciğerlerim domuz gibiydi zaten, artık bir filinki kadar olur. Ama bana da bu lazım.

Kendim için iyi birşey yapıyorum heralde. Tadında bırakıyorum; belki bir gün yine biraraya geliriz ama şu gün, şu aşamada sigaraya Kasım ayı'na kadar elveda demem lazım.

Kilo almaktan korkuyorum ne yapabilirim? Alkol ve kahvenin en yakın arkadaşı olmadan nasıl idare edebilirim? Herhalde krizler gelecektir, krizleri en kolay atlatmanın yolu nelerdir? Trafikte arabada mal gibi otururken, sigara yerine ne yakabilirim? Sabah sporumdan sonra, duş yapıp kahve içerken kim arkadaşlık edecek?

Avantajlarına gelince sizden daha da çok yardım isteyebilirim; cildim daha düzelecek, para biriktirebileceğim, saçlarım, üstüm başım daha iyi kokacak, dişlerim daha beyaz kalacak, nefesim heralde daha çok açılacak...Başka ne var?

Desteklerinizi bekliyorum, önerileriniz varsa dinlemek istiyorum; günlerimi kolaylaştıracak fikirleriniz varsa, açığım. Aranızda sigarayı bırakmışlar varsa yaşadıkları tecrübeyi dinlemek isterim. Herşey gibi bu da beyinde bitiyor. - Beynimi telkin edersem, daha da kolay olacak - değil mi?

Hepinize iyi haftalar!

21 Nisan 2008 Pazartesi

Haagen Dazs!






Blogumun ilk sayfasına şöyle bir baktım; içim daraldı... Kullandığım resimler ne kadar depresif, karanlık ve iç karartıcı... Şeytan çıkarma bloğu gibi olmuş. Aklımda yazılacak pek birşey de yok. Ama ben güzel, iç açıcı bir iki resim kullanarak, 1-2 şey söylemek istedim.
Önümde heyecanlı bir olay, bir tatil, bir mesele yok. Yeni iş son dört aydır devam. National Geographic Mayıs ayında, Çin Özel sayısını çıkartıyor; Çin'le ilgili anlatabileceğim pek çok şey var, ama ilgiliyseniz dergiyi alın derim.
Ben çalışırken arada aklıma gelen şeyleri google'larım. Bugün Haagen Dazs'a baktım. Sitesine bir gireyim dedim. Hem içim açıldı, hem acıktım, hem de moralim bozuldu - neden Istanbul'da hepsi yok diye!
Eminim ki daha evvel yazmışımdır; Londra'da ne boyutlarda yediğimi...Fırın eldiveni ile (ellerim soğumasın diye) kutunun içinden yavaş yavaş, sindire sindire yediğimi muhakkak anlatmışımdır. Hatta blogumun resimlerinde bile var; Vanilla/Butter Pecan en sevdiğim çeşidiydi. Bakayım dedim; neleri var, neleri yok, neler yeni diye... Siteye bir girdim; dağıldım. Hem de kelimenin tam anlamıyla. Neler çıkarmış, neler... A-ha siz de girin ve görün : http://www.haagen-dazs.com/

Mutlu düşünün, mutlu olun - Benim bugünkü mutluluğum bu tatda, bu dondurmada...

Çok yaşa New York, Bronx'lu karı koca, Rose and Reuben Mattus!

İyi haftalar...



16 Nisan 2008 Çarşamba

Yaz, yaz...Nereye kadar?

Yazar olmak kolay bir iş değil. Hele günlük gazetelerde... Hergün yeni bir konu bulacaksın - ki Türkiye gibi bir ülkede kabul ediyorum konu bulmak zor olmaz - ve onu her kesimin anlayabileceği yalın ve düzgün bir dille yazacaksın. Ya da roman yazarları. Hayal gücün kuvvetli olacak ve hayalindekileri kağıda aktarabileceksin. Kolay değil. Daha doğrusu iyi yazar olmak başka bir yetenek. Herkes yazıyor nasılolsa. Biz bile. Kendi aramızda eğleniyoruz işte...

Geçenlerde film izlerken, filmin yazarlarından daha renkli, daha komplike, daha iyi senaryolar aklıma geldi. Bu ilk değil; hemen hemen her filmde yaşadığım bir şey. Daha doğrusu yaşadığımız. Ablamla birlikte bir film izliyorsam, hayal gücümüz alıp başını gidiyor. Öyle hikayeler çıkıyor ki...

Özellikle Yasemin'den...Öyle fikirler çıkartıyor ki; herkesin büyülendiği sonlar, bize fos geliyor: Bizimkisi daha iyi olurdu, daha çok sürpriz olurdu izleyiciye diye konuşuyoruz arkasından hep!


Acaba dedim; bu çıkardığımız hikayelerden (senaryolardan) birini, sadece birini, kağıda döksek... İş yapar mıyız? Pek kolay değil. Denemeye değer ama kolay değil gerçektende. İleride böyle birşeyi yapar mıyız, yapmaz mıyız; zaman gösterecek... Ama ben Yasemin'in yapmasını isterim. Fikirlerin çoğu onda.

Oturup bu konuyu düşündüm bugün; yazar olmak, kitap yazabilmek ve yazdığın kitabın uluslararası boyutta beğenilmesi. Beğendiğim yazarları düşündüm. Şüphesiz Paulo Coelho en sevdiğim yazarlardan biri. Philippa Gregory var; Stephen King var; Sidney Sheldon var; Tracy Chevalier var; Dostoyevski (tabii ki) var; o kadar çok ki... (nedense hep son okuduklarımın yazarları geliyor aklıma - doğal tabii).


Bir de her eve lazım kitaplar var. Mesela....hmmm... Jules Verne... Shakespeare... Jane Austin... F.Scott Fitzgerald... Homeros... Tolstoy... Goethe... Nietzsche... Dante... Aaaah Dante... Küçükken büyük bir nefretle okuduğum The Divine Comedy. Inferno'sunu sular seller gibi biliyordum, çünkü ders konusu olduğu için okuma zorunluluğum vardı; hem de italyanca. hem de İngiltere'de... Nefret etmek doğal o yaşta tabii. Sadece Inferno'su yok tabii adamın. Purgatorio'su ve bir de Paradiso'su... Şimdi yeniden şöyle bir göz attım. (Internet sağolsun, wikipedia çok yaşa). Adamlar boşuna devleşmiyor. Hayatımızın her alanı böyle adamların hayal güçlerinden kağıda döktükleri ile etkilenmiş. Ne kadar olağanüstü bir durum. Öyle bir hayal gücün olacak; bunu yazabilme kabiliyetin olacak ve en önemlisi 1000 yıldır senin yazdıkların konuşuluyor olacak. Kabul etmek lazım: Yetenek. Bu arada bir yazı da italyanlarla ilgili yazmak lazım. Nasıl bu kadar çok yeteneği çıkartmış... Ne kadar çok italyan yazar, şair, ressam, deha, müzisyen var. Sanatın her dalında öncüler...Neyse...

Okuyabileceğimiz bir dünya kitap var; gezi kitapları, romanlar, biyografiler, yemek kitapları, klasikler, sanat kitapları, bilim kitapları, korku romanları, sağlık, ev, bahçecilik, açıkhava, çiçekçilik gibi kitaplar, ünlülerin sırları ile ilgili kitaplar, politikacıların kaleme aldıkları, ders kitapları, üniversite kitapları, film ve sinema kitapları, çocuk ve bebek bakımı kitapları, spor kitapları, hukuki, mimari kitaplar...Her alandan okuyabileceğimiz kitaplar... Hakkaten de her alanda...

Bu kadar seçenek...

Bunlara bir de bizler eklesek ya? Mesela tecrübelerimizi ya da hayalimizdekileri kısa kitaplar halinde yazsak???Olmaz mı? Dante'nin Cenneti'ni, Cehennemi'ni okuduk, benim cennetim ve cehennemim de okunmaz mı?


Not: Yukarıda gördüğünüz resim Glenn Gallegos diye bir sanatçıya ait. Fantastik, sürrealist (azcık ama çok azıcık Salvador Dali'msi) resimleri seviyorsanız : http://www.amazingartbyglenngallegos.com


4 Nisan 2008 Cuma

Fear changes everything!


Bütün bir haftadır Çin'le ilgili yazı yazıp duruyorum. Kendi yazım değil; National Geographic Mayıs sayısı için çeviri tabii ki ama enteresan şeyleri öğreniyorum. Mesela Çin'de yaşayan 95 milyon kişinin soyadının 'Wang' olduğunu biliyor musunuz? Bir çift bebeklerine @ demek istemişler ama yetkililer izin vermemiş... Peki, Güney Çin’deki Dafen köyündeki en popüler mesleğin taklitçi olmak olduğunu biliyor musunuz? Bir taklitçi, Van Gogh'un ayçiçeği resimlerinden birinin tıpatıp kopyasını bir iki gün içinde çıkarabiliyormuş. Çin, her yıl, en yaygın materyal olan bambudan tonlarca kullanarak bir sürü yemek çubuğu üretiyor – ve kullanıp atıyormuş. Plastik yemek çubuk kullanımını teşvik etmek için, hükümet kullan-at’lara yüzde 5 vergi uygulaması başlatmış. Hmmm.
Peki, dört yüz yıldan beri köpek balığı yüzgeçi çorbası imparatorların ve en zengin tüccarların resmi şölenlerinde servis yapılıyormuş, şimdi Çin ekonomisi geliştikçe, orta halli vatandaşları da bu çorbayı içmeye başlamış...Pekin’in olimpik alanları da yüzlerce mezar ve sanat eserleri dahil olmak üzere, önemli keşifleri ortaya çıkarmış. En eskileri 2.000 yıl öncesindeki Han İmparatorluğu’ndan kalma...
Böyle şeyler işte...Ve daha bir sürüsü National Geographic Mayıs sayısında olacak! Enterese oluyorsanız, bayilerden alın, please!

Neyse... Hafta başından beri, son bir aydır yapamadığım koşulara yeniden başladım. Aynı seviyeye gelmem için zaman gerekiyor! acelem yok, yine yeniden daha iyi bir kondisyona sahip olurum muhakkak - hem de en kısa sürede, ama korkum var : Sokak köpekleri çoğalmış. Her yerdeler. Ve ben bir zamanlar anlam veremediğim korkuyla başbaşayım. Resmen, köpeklerden tedirgin olmaya, korkmaya başladım...Olacak şey değil! Hayatımı etkilemeye başladı, sabahları koşmayı çok isterken, köpekler yüzünden isteksiz olmaya başladım...Yani anlayacağınız, şimdilerde köpek korkusuyla boğuşuyorum, ve inanılmaz çok üzülüyorum. Çünkü köpekleri çok severim. Umarım bu korkum da sanırım kendiliğinden kaybolup gidecek. (En kısa zamanda umuyorum) İşin kötüsü köpekler sizin korkunuzu hisseder. Ve bu pek de iyi birşey değil.
Tam da korku konusunu düşünürken, korkuyla ilgili çok enteresan bir hikaye okudum bir yerlerde:
Bir mahkum kral tarafından ölüm cezasına çarptırılmış. Ama önce ona seçenek sunmuş : Asılarak mı ölmeyi istersin, yoksa şu korkunç metal kapının ardındaki korkunç şeyi yaşamayı mı tercih edersin? Mahkum hemen asın beni demiş... Asılacağı gün, tam da asılacakken merak etmiş ve sormuş "Nasıl olsa öleceğim, merak ediyorum o korkunç kapının ardındaki korkunç ceza nedir?" Kral da cevap vermiş " Özgürlük. Ama insanlar bilinmeyenden o kadar çok korkuyor ki, hepsi de ölmeyi tercih ediyor".

Korku öyle salak birşey ki; seni istediklerin ve arzuladıklarından uzaklaştırıyor. Benim de sonradan oluşan bir uçak korkum vardı, tatillerimi ona göre ayarıyordum. Bu korku bitti ve ben yine yeniden gitmeyi arzu ettiğim yerlere gitme planı yapıyorum.

Sonuç olarak korkunun sadece ilüzyon, bir kuruntu, aldanma olduğunu bilmek lazım...Ve cesur adım atmaktan korkmamak gerek.
Bununla ilgili çok şahane bir film seyrettim : Mist - Gidip görmenizde yarar var; Korku insana neler yaptırabilir'i çok akıllıca işlemiş bir film. Hayata dair hermen hemen her detayı da bulabileceğiniz bir film. Tavsiye ederim. Psikolojik gerilim filmi...Zaten yazarı Stephen King. Kadro da çok güçlü. Yönetmeni de...Filmi seyrederken insanların korku-dedikodu-gruplaşma üçgenini görmeniz mümkün... Hafta sonu yağış bekleniyor; evden çıkmak istemiyorsanız, ve film izlemeyi düşünüyorsanız, muhakkak izleyin derim!
Nasıl olsa önümüz bahar, dışarılara atıyor olacağız kendimizi...

Hepinize mutlu hafta sonları!