2008'de yeni yazılarla buluşmak üzere!
25 Aralık 2007 Salı
Mutlu tatiller millet!
2008'de yeni yazılarla buluşmak üzere!
13 Aralık 2007 Perşembe
13 Aralık...Penguen Vito!
And Memories A Lane
I'd Walk Right Up To Heaven
And Bring You Home Again...
12 Aralık 2007 Çarşamba
Turkish baths...
Neo Classism'in fransız ustalarından... Lady Montague'nun bir arkadaşına yazdığı mektuplardan yola çıkarak, hiç görmediği hamamlar ve haremler hakkında inanılmaz detaylı tablolar yaparak oryantalist resme damgasını vuran fransız ressam. En önemli yapıtı ise "türk hamamı" adlı tablosu...Sanat tarihi okuduğum dönemlerde, aklımda kalan notlardan biride, hiç görmediği hamamları sadece mektuplardan yola çıkarak resmetmesi...Zaten, fotoğraf makinesi keşfedilene kadar yapılan bütün tablolar, bir de yakından görünce, insanın nefesinin kesilmesine neden olabiliyor. Mesela bir başka örnek daha hatırlıyorum, hayretler içinde kaldığım - fotoğraf makinesi yokken bir insan koşan bir atı nasıl çizebilir diye?
Nerden çıktı şimdi? Şöyle ki; hafta sonumu Anadolu Medeniyetleri Araştıma Merkezi'nde yapılan bir sempozyumda geçirdim. Dünyam açıldı. Çok eğlendim.
Anadolu Hamam Kültürü; Anadolu ve Anadolu Dışında Hamamların Gelişimi ; Bizans Çağında Hamamlar ; Hamam Kompleksleri ; Selçuklu ve Erken Osmalı Hamamları ; İstanbul’da Hamamlar; Hamam İşletmeciliği.... Konular çok zevkliydi. Ben bir "mahalle"nin, cami -konak - hamam üçlemesi ile mahalle olduğunu yeni öğrendim. Gusulhane'yi yeni duydum...Özel hamam elbiseleri varmış. Avrupa'da kadınlarla erkekler aynı hamam'ı paylaştıkları için, belli bir süre hamamlar kapatılmış. Hamaların mimarileri de bir o kadar enteresan. Sadece tavanlarında delikli pencereler var...Sıcak ve soğuk odalar, göbek taşları...Neler neler...
Bilmeyenler olabilir; benim asıl mesleğim sanat tarihçiliği ve arkaeoloji...Yakın çevrem Lara Croft diye dalga geçiyor, ama bu mesleği özlediğim açık.
Eski tarih'in ince detaylarına bayılıyorum... En çok güldüğüm az önce bahsettiğim "gusulhane"... - Yanlış da yazmış olabilirim. Aslında ilk ebeveyn banyo...Hane halkı çiftlerin ne zaman ilişkiye girdiklerini anlamasınlar diye, yatak odaların içine gusulhane inşa edilirmiş. Sonrasında temizlenmek için... Neler neler...
Tabii okudukça eski bilgilerim de aklıma gelmeye başladı...
Bir de devamlı okumaya başladım. Bir yandan Bizans tarihini yeniden okuyorum, bir yandan İngiltere tarihini...Oradan Osmanlı İmparatorluğu...Cuma akşamı bile - ki Cuma akşamları dışarılarda olmaktan keyif alırım - elimdeki kitabı bırakamadım - (Dostoyevski, Beyaz Geceler)... Şimdi de size tavsiye edeceğim Philippa Gregory'nin "The Other Boleyn Girl"...İki kız kardeşin aynı krala - Henry VIII'e aşık olması...Gerçek hikaye, hani İngiltere'nin en önemli kraliçesi Elizabeth I'in annesinin, babası yani kral Henry VIII tarafından kafasının uçurulmasının hikayesi...Muhakkak okuyun...
İki kız kardeş dedim de, bugün Yasmin'i Londra'ya yolcu ettim. Çok özleyeceğim. Kısa süreli gidiyor ama evimde, yukarıda onun olmamasını bilmek içimi burktu...Canım kardeşim seni çok seviyorum...Bol bol eğlenir!!!, sağlıkla dönersin :)))) - You know what I mean! I love you - A LOT... Desene yarın Vito'yu yalnız ziyaret edeceğim!!!
Yarın Vito'nun ölüm yıldönümü. 2 sene oldu ayrılalı...Yarın için yazımı, yarına saklıyorum...
Herkese mutluluklar...
2 Aralık 2007 Pazar
Kısaca...
Ralph Waldo Emerson'un bir sözü var (bir tane mi? :))
28 Kasım 2007 Çarşamba
24 Kasım 2007 Cumartesi
Rules of life
1. Asla panik yok. Dur, nefes al ve düşün.
2. Kimse seni düşünmez, herkes kendini düşünür, aynı senin yaptığın gibi.
3. Birinden ayrıldığında ya da önemli bir gece öncesinde asla saçının rengini veya boyunu değiştirme.
4. Hiçbirşey göründüğü kadar kötü veya iyi değildir.
5. Bir sürü ucuz şey almak yerine, bir tane pahalı birşey almak daha iyidir.
6. Üzüldüğünde " çok mu önemli" diye kendine sorduğunda, hiçbirşeyin o kadar da önemli olmadığını bil.
7. Başarının anahtarı, başarısızlığından sonra nasıl ayağa kalktığındadır.
8. Dürüst ve nazik ol.
9. İçinde sadece iyi hissedeceğin elbiseleri satın al.
10. İçgüdülerine güven, hayal gücüne değil.
11. Bir felakette, önce felaketin varlığından emin ol.
12. Dünyanın güvenli, hayatın adil olmasını bekleme.
13. Akışına bırak.
14. Pişman olma. Zamanında, hissettiklerinle yapacağın başka birşey yoktu.
15. Değiştirebileceğin tek zaman, şu an. o zaman geçmişlerinden öğren.
16. Kuralcı ol, fırsatçı değil.
Herkese mutlu haftasonları...
21 Kasım 2007 Çarşamba
Football ama turkish football!!!
Yok bu ülke ileri gitmeyi istemiyor... Başarız yöneticiler koltuklarını bırakamıyorlar. Bu mentalite değişmediği sürece futbol seyretmeyeceğim. Demek ki bir daha hiç Türk futbolunu izlemeyeceğim. Bana Norveç'i 2-1 yenmemiz zafer gibi gelmiyor. Kendi kendimizi kandırmaya devam... Türkiye'nin her maçı tarihi olma niteliğini taşıyor, ve bu da resme geniş açıdan bakınca can sıkıcı oluyor...
Medya'da bizi kandırsın dursun, yok tarih yazdık, yok yeni bir zafere daha imza attık...Komik!!!
Açıkça Türkiye'de futbol oynanıldığı zannediliyor, ama ben hiç de aynı fikirde değilim. Neler neler yazarım ama futbol yorumcusu değilim. Kısaca eski püskü oyuncuların oynandığı bir ligde, objektif yorumlar olmadan, hele taraftarlığı bilmeden sadece amigoluk yapan taraftarların takımlarının futbolunu düzelmeden izlemeyeceğim!!!
Norveç - Türkiye maçını izlerken Norveç'i düşündüm. Hiç gitmedim Norveç'e. Merak ediyorum bu krallığı biraz. İkinci dünya savaşından beri dünyanın en zengin ülkeleri sıralamasında ilk sıralarda hep. Adamlarda petrol var tabii. Ayrıca dünyanın en "huzurlu" ülkesi de seçilmiş... Zaten toplam 5 milyon nüfusu var. Yani bizim Kadıköy, Fatih, Beşiltaş ve Şişli kadar bütün ülke nüfusu. İnsanın aklına neler geliyor değil mi?
18 Kasım 2007 Pazar
Prof.Dr. Süheyl Donay
Geçirdiğim haftanın ön plana çıkan olaylarından biri babamın doğum günüydü...
Yağmur yağınca trafik felç oluyor ya, Çarşamba akşamıda öyle başladı. Saat 6'ya doğru Maslaktan çıkıp, Arnavutköy'e varmam 8'i buldu. Trafik ile ilgili yazı yazmak istemiyorum ama hayatta ezilmiş insanların trafikte kendini herkesle eşit görme psikolojisi kötü yansıyor ya. Adam kendini bir tek trafikte daha üstün görebiliyor... Ve bir sürü fırsatçı... Gülüp geçiyorum ama içimden hepsini bir bazukayla teker teker havaya uçurmak geçiyor!
Neyse, babamın doğum gününe dönmek gerekirse, çok sevdiğimiz bir mekanda kutladık: Fishmekan... Türkiye'nin balıkçı kültürünün çok üstünde bir lokanta. Bir defa yemeği sunumları, garsonların sempatikliği, yemeklerin lezzeti, hepsi diğer balıkçılara fark atıyor kanımca. Istanbul'da başka güzel balıkçılar var tabii, ama fiyatlarıda bir o kadar güzel oluyor. Fishmekanın güzel tarafı, fiyatları abartmadan çok keyifli bir ortamda lezzetli yemek sunuyor...İşini bilen garsonlar size hizmet ediyor...Herşeyi farklı; ekmeği, mezeleri... Herşeyi... Bu arada mürekkep balıklı risottosunu tavsiye ederim...Balıkçı da risotto ne alaka demeyin! Çok da şahane oluyor...
14 Kasım Çarşamba akşamı babamın doğum gününde bizde oraya gittik. Uzun yıllardır bu kadar keyif almamıştık. Son derece eğlenceli bir geceyi, eve dönüp şampanya patlatıp babamın hediyesini vererek bitirdik... Babamın sayısız kitabı var hukuk ve kanunlar üzerine, (ve bende yaklaşık 10 tanesi çalışma masamın üstünde okunmayı bekliyor..eeee, açıkça önsöz dışında hiçbir şeyi anlamıyorum. Okuması ağır kitaplar hukuk bilmiyorsanız... Yok yok okuması gerçekten ağır). Hemen hemen her sene bir kitap yazar. Akşamları, hafta sonlarını ofisinde kitap yazarak geçirir -Dİ. Şimdi nerede isterse orada yazabilir kitabını. Yasminle birlikte, babama 'notebook' aldık. Hediyeyi sunumunuz da fena değildi; Notebook kutusunu ucuz hediye poşetine sarıp Marks and Spencer torbasına koyduk; öylesine alınmış bir hediye gibi, çok düşünmemişiz üstünde gibi...ama poşeti açtığında surat ifadesini görmeniz lazım. Sanırım çok beğendi hediyesini! Bunlara artı olarak msn'i, google earth'ü, resimlerimizi, videolarımızı yükledik... Üstümüzde oturuyorlar ama 2 gündür kamerayla konuşuyoruz... Çok eğlenceli!
Doğum günün kutlu olsun baba... Nice hep birlikte geçireceğimiz yaşlara...
6 Kasım 2007 Salı
Dün akşam kocaman bir salata yapıp yedim. Kapılardan zor sığma hissi içindeyim hala; "Zor" geçen bir gecenin ardından, bu sabah koşmak için uyandım. Koşarken, Boğaz'ın büyüsü ile dalmışım gitmişim düşüncelere...Kötü havalarda çok güzel olabiliyor. Başka bir güzellik görebiliyorsunuz karışık gri bulutların arasında. İşte bu havada koşarken insan ve yalnızlık düşüncelerine daldım gittim. İnsanlar yalnız doğuyor, yalnız yaşıyor ve yalnız ölüyor. Sevgi, aile ve dostluklarla yalnız olmadığımızın yanılgısı ile yaşıyoruz. Yanılgıda hiçbir kötülük yok. Utanılacak birşey de. Herkesin kalabalıkta yalnız hissetmesi muhakkak olmuştur. İşte aslında gerçek anlamda yalnız olduğumuz için...Aman düşüncelerim negatif değil, tam aksine insanın gerçek anlamda yalnız olduğu bilincinde olmasının aslında çok değerli bir yargı olduğunun öneminden ibare aslında...Ama insan yalnızlığı tercih etmemeli...
İnsan koşarken zamanı aslında tam anlamında kendine ayırıyor...Böyle düşüncelerde kafanızın kapısını çalıyor işte...
Sonra aklıma babam geldi. Onun doğumgünü yaklaşıyor. Ne almak lazım. Nasıl bir hediye onu mutlu eder diye... Daha zamanımızda var... Aslında karar verdik de, bloğumu okuyor diye sürprizi bozmayayım dedim. :)))Güzel birşey... Koşarken onun da planlarını yaptım...
Geçen günde yine koşarken aklıma başka birşey gelmişti, bu sefer de sinirli sinirli koşmuştum. Hemen paylaşayım:
Aylardır Migros'dan kurutulmuş yaban mersini alırım. Hafta da en az 4-5 kilo tüketiyorum. Benimle beraber annem ve ablamda en az 5'er kilo tüketiyorlar. Gide gele Migros'da kuruyemiş bölümünde çalışan adamcağız ile arkadaş olduk. Uzaktan beni gördüğünde hemen 1 kilo yaban mersinini paketler. Geçtiğimiz ayda satışların ne kadar arttığını konuştuk. Meğer haftada 4-5 kilo sattığı yaban mersini " 20-30 kiloyu bulmuş. Neyse, Migros'u tercih etmemin sebebi yaban mersininin fiyatıydı. Kilosu 23 YTL olan yaban mersini, Makro'da 33 YTL, bazı kuruyemişçilerde 30 - 35 YTL arası değişiyordu. 2 hafta evvel gittim, Migros'da kilosunu 34 YTL'ye çıkartmış. İsyan ettim. Niye Türkiye'de insanlar bu kadar fırsatçı diye. Satan mala zam yapılabilir de 11 YTL lik yani % 50lik artışın hiçbir açıklaması yok. Ben şimdi kalitesi 1 derece daha iyi olan Makrodan alıyorum. Şikayette de bulundum. Hiçbirşey çıkmayacağına eminim...Benim adamcağız ile de görüştüm, o da abarttılar biraz dedi. Biraz??? Enflasyonun tam net artış değerlerini bilmiyorum, ama % 50 olmadığına eminim. Daha da enteresan birşey söyleyeyim; Ataköy'deki Migros'da kilosu 21 YTL! Ne ki bu şimdi...
Bu düşünceyle de daha hızlı koşarken buldum kendimi. Sinirli sinirli... Fırsatçı değil kuralcı bir ülkede yaşamayı istediğim için isyankar isyankar koşmuşum...
Haftanın yarısını devirdik. Zaman ne çabuk geçiyor. Yine yurtdışı planları var, evet yine yeniden...Bu yıl bitmeden hatta bu ay sonu gelmeden hiç aklımda olmayan Amsterdam çıktı planlarımın parçası olarak! İşte böyle kısa süreli planlarda yapsak, hayat dediğin geçiyor gidiyor. İçinden sayısız sürprizler çıkıyor... Zaman içinde de iyi, kötü, kırgın, üzgün, telaşlı, meraklı, karışık, karmaşık hissetmekde çok normal. İnsan olmanın bir parçası...
Duyguları sayarken aklıma geldi. Geçtiğimiz hafta sonu Cuma akşamı, 18 yaşımdan beri arkadaşım olan Aylin ile birlikte yemeğe çıktık. Karışık duyguları yaşadım...
İnsanların değişimleri çok normal çok da güzel birşey de, alışmak zaman alıyor sadece... Bir de siz değişince, eski tanıdıkların aslında eski tanıdıkların olmuyor. Sadece eski dostunuzun düşman olmayacağınızı biliyorsunuz, senelerce uzak da kalsanız, dostunuz dostunuz olarak kalıyor...Aylin'de onlardan biridir. Türkiye'ye yeni dönüş yaptı Londra'dan. Cicim aylarında daha. Bebek'te Il Porto'da güzel salata ve balığımızı yerken o kadar çok konuştuk ki, sevimli garson bile yemekleri beğenmediğimizi düşündü. Hiç alakası yok, bir bilse... Ben son Londra maceralarımı hararetle anlatıyorum, o bana Hindistan yolculuğunu...Çok keyifli bir yemekten Ulus 29'a geçtik. Ne kadar sık gitsem de bıkmayacağım mekanlardan biri...Çok ama çok keyifli bir geceydi... Bol bol kahkaha, bol bol eski ve yeni anı paylaşımı, eski dostluğun verdiği rahatlık hissi...Kasılma hissinin olmayışı....Daha ne? Siz de değişseniz, onlarda değişse, yargılar farklılaşsa da eskiden temeli atılmış dostlukların temeli kolay kolay yıkılmıyor... Bence ara verilen dostluklar bakımsız kalan bir bahçe gibi...İçinde daha evvelden görmediğiniz sayısız güzelliği, değişik bitkileri, hiç dikmeyi düşünmediğiniz tohumların bitkileşmiş halini, değişimi görebiliyorsunuz...Ama bahçe aynı bahçe, toprak aynı toprak, alanı aynı alan... Bazen çalı çırpı, ot, bazende taaa yıllar önce ektiğiniz bitkilerin meyve vermiş halleri karşınızda oluyor... İnsan ister istemez, o bahçeye ektiği birşeylerin olduğunu düşünüyor. Belki meyve veren bir ağaç, belki dikenli bir gül! Kendinden bir parçayı rahatlıkla bulabiliyor ve belki de o yüzden eski dostluklar kolay kolay bozulmuyor....
Cumartesi olduğunda, annem ve ablamla beraber istinye Park'a gittik. İstinye Pazarı ile bütün butiklerin bir caddeye sıkıştırıldığı açık alan dışında farklı bir şey görmedim. Havalimanı gibi, çok büyük...Ama sırf İstinye Pazarını görmek için İstinye Park'a gidilir. Çok akıllıca bir mimari ve dahice kullanılmış ışıklandırma.... Butik caddesininde dünya da bir benzeri yoktur. Bütün butikler küçük ve derli toplu bir alanda toplanmış. Bu kadar markanın bu kadar küçük alandan olması sanırım dünyanın başka hiçbir yerinde yok. İnsanın içi açılıyor her 2 yerde de... Aha buradan/ sanal inceleyin!!!! Canım ablam sağolsun, onunla gittiğim her yer bir kat daha zevkli. Ablam Yasmin için ayrı bir yazı ayırmam lazım. Hayat arkadaşım benim...İyi ki o da gelmiş... Annemle bana kahve ısmarladı ama bize yakışan bir şekilde - kavga dövüş - çıktık İstinye park'tan. Yok öyle kötü değil, kardeşleri olanlar bilir, kavga dövüş derken içinde asla nefret içermeyen kısa süreli didişmeler...Ben şahsen ablamla didişince, acaip huzursuz olurum, son derece mutsuz olur ve hiçbirşeye konsantre olamam. Neyse bu çok ayrı bir konu...Bana yıllar evvel sormuşlardı; vücudunda bir organın ablan olsaydı hangisi olur diye; hiç düşünmeden cevap vermiştim, ciğerlerim diye...Anneme beynim, babama karaciğerim, Vito'cuğuma da kalbim demiştim... O zaman ki erkek arkadaşım içinde damarlarımdaki kan demiştim. O gitti ama, kalbim pompalamaya devam ediyor... Yeni kanlar için...
Cumartesi akşam olduğunda, güzel bir kalabalık ile Wanna'ya yemeğe gittik - gerçekten de güzel bir kalabalık ile... Masanın yarısı yabancı idi. Bir güzel içtik, yedik dans ettik...Görüşmekten hep keyif alacağım insanlar... Gece sonunda aslında tüm gecenin bütün keyfini ve sihirini bozacak durumlar yaşadıysamda, bugün için ben şimdilik sadece keyif aldığım zamanı kafama yerleştirmeyi seçiyorum. Biraz da 3 yanlış 1 doğruyu götürür cinsinden...
Pazar sabahı olduğunda ise, o güzel günün yarısını uyuyarak geçirdiğimi farkettim. Nasıl olduysa, ilk defa bu kadar geç saatlere kadar uyumuşum...Ama o günde evimin keyfini çıkarttım, ailemle birlikte...
Kalan haftanızın sürprizlerle geçmesi dileğiyle, unutmayın her bir nefes de aslında bir mucize...
31 Ekim 2007 Çarşamba
Mutlu vs Mutsuz!
Benden size tavsiye,
30 Ekim 2007 Salı
Döndüm ama aklım kaldı! Biri kargoya koyup yollasın bari :)
Döndüm ama benim aklım, kalbim Londra'da kaldı...
İnsanın gittiği ve gideceği her yerde tanıdıklarının olması, iyi dostlarının olması çok güzel bir şey. Kıymetini iyi biliyorum... Londra'da her dakikamı iyi değerlendirdim. Dostlarımla. Eski dostlarım, yeni arkadaşlarım... İnsanın zamanının değerini bilmesi de çok önemli...O anı, geçmişi ve geleceği değil...
Bu sabah işe geldim, ama çalışasım yok. Hiç yok. Dört gözle haftasonunu bekliyorum. Hem dinlenmek için hem de yurtdışından gelecek bir arkadaşım ile görüşebilmek için...
Sonra ki hafta sonuda bir sürpriz yapabilirim yine, bir yerlere uçabilirim yeniden :) bakalım... Adını henüz koymayacağım, belli olmadan tam, ama zaten daha zaman var. Daha şimdiden, bugünü yaşamak varken, 2 hafta sonrayı düşünemeyeceğim. Sadece fırsat gelirse, seçimlerimi yapacağım...
Dün gece başımı yastığıma koyduğumda, kendi adıma yaptığım seçimleri değerlendirdim, sonra da uzun uzun dua ettim, şükrettim. Her fırsatta çok iyi yaşamama engel olmayan, bana hep destek olan aileme, ablam Yasmin'e...
Herkesin kendi seçimlerini en iyi şekilde kullanması dileğiyle,
Mutlu haftalar...
28 Ekim 2007 Pazar
28 Ekim Pazar Londra :))))))))))
27 Ekim 2007 Cumartesi
Londra - Cumartesi :))))
Jacob ile Londra'yı bıraktığım zamanlarda "trendy"leşen Sloane Avenue - Draycott Avenue - Walton Street - Beachump Place dörtgeni iyice en iyi restaurantların, barların yeri olmuş. Arap free! Canım arkadaşım Jacob beni almaya geldiğinde, ben yaklaşık 4 kadeh bubbly bubbly yi bitirmiştim :) Oradan Draycott Avenue'de Papillion'a yemeğe gittik. Nasıl özlemişim... Saatlerce konuştuk, güldük...Eski dostun yerini hiçbirşey tutumuyor hakikatende...Ben Türkiye'ye dönüp evlendiğim için büyük bir salaklıkla eski arkadaşlarımla görüşmeyi kesmiştim. Hepsi Londra'da zaten... Neyse, şahane yemek ve şarap ve sohbetten sonra, eski klubümüze bir güzel dans etmeye gittik. Tramps. Hiçbirşey değişmemiş. Garsonları bile :))) Değişen birşey var, o da sigara kuralı....Kalabalıkların dışarlarda toplanıp sigara içmelerine önceleri kızıyordum ama aslında fena da değil. İnsan sigara içmeye çıktığı zaman başkalarıyla da tanışma fırsatını yakalıyor...Hele geceleri bahsettiğim dörtgende yürürseniz geç saatlere kadar renkli görüntüleri yakalama fırsatını elde edebiliyorsunuz...
Bugün geç uyandım. Hemen giyindim dışarı attım kendimi. Önce evimize bakmaya gittim. Biraz hayal kırıklığı oldu ama bir sürü güzel anı, bakımsız kalmış girişi unutturdu. Annemlere şikayet edeceğim. Binamızın dışı çok iyi gözükmüyor...Resimde çektim bol bol - kanıt var yani :)
Oradan yine parka daldım, çiseleyen yağmurun altında ufak tefek işlerim olan Mayfair e kadar yürüdüm. Sonra yine Knightsbridge, Sloane Street ve bayıldığım Kings Road arasında ufak tefek alışverişlerimi yaptım. Öğlen olduğunda okuldan bir arkadaşımla buluşabildim. Ama burada küfür edesim geliyor kendime çünkü fotoğraf makinemin hafıza kartını boşaltmadığım için...Neyse geç öğle erken akşam yemeği yermişçesine oturduk yine sohbet yine sohbet. Öyle güzeldi ki.. Eski okulum Millfield'den bir sürü arkadaşımla buluştuk ve saatlerce son 15 sene de neler yaptığımızı anlattık birbirimize...
Az önce geldim duşumu yaptım ve yine dışarı çıkmak için hazırlanacağım. Kendi kendime de söz vermiştim, muhakkak bir westend müzikaline gideyim diye (Dirty Dancing i çok methettiler) ama bu akşam yerim belli : Nozomi Bar... Londra nın en trendy, en iyi lounge restauratlarından biri... Çok keyifli...Sonrasını bilmiyorum ama çok iyi geçeceğine şimdiden eminim.
Bu gece saatler 1 saat geri alınıyor! Ve ben 1 saat daha fazladan kazanacağım diye çok ama çok mutluyum.
Zamanın değerini bilmek lazım tabii; özellikle iyi zamanların...
Sevgiyle kalım...
26 Ekim 2007 Cuma
Londra - Cuma :))))
Hava kapalı ama yağmur yok, tam Vito 'luk aslında. Doktoruma giderken Hyde Park'tan geçtim ve Vito'yu çok andım, hayatta olsaydı ve burada yaşayabilseydik diye...
Akşama senelerdir görmediğim, Londra'da yaşarken artık ailemden biri olan Jacob ile yemeğe ardından da clubbing e gidiyoruz... Şimdi geldim, bir kadeh şampanyamı içtim. Oh!!! Biraz dinleneyim sonra duşumu yapıp hazırlanacağım.
Bakalım nereye gideceğiz? Bana sürpriz olacak! Şahane!
Eski dostlarla ilgili de en çok bunu seviyorum. Aradan ne kadar zaman geçerse geçsin, bıraktığınız yerden devam...Dostluklar çok önemli, ve ben bunu hiçbirşeye değişmem...Jacob da benim çok ama çok eski bir dostum ve açıkçası onunla buluşmak için can atıyorum...
24 Ekim 2007 Çarşamba
29. AVRASYA MARATONU vs VERDA MARATONU
Meğer bu Pazarmış (28 Ekim 2007)... Benim İstanbul'da olmayacağım Pazar...
19 Ekim 2007 Cuma
UGG Australia - İstanbul
Yazık dedim kendi kendime, birbirimizi kazıklıyoruz! Bu ucuz botlar bu kadar mı pahalıya satılır? Ayıp!
Botlarla ilgilenen, bu şahane botları almak, giymek isteyen arkadaşlarım; http://www.victoriassecret.com/ 'a girin - linki aşağıda - oradan sipariş verin. 1 hafta da geliyor. Renk renk boy boy, terlikleri, şapkaları, anahtarlıkları...hepsi var! Hemde normal fiyatlara! 5 misli boşu boşuna vermeyin...
Bilginize....
16 Ekim 2007 Salı
Hotel ve City Guide?
29 Eylül 2007 Cumartesi
3 Eylül 2007 Pazartesi
Los Angeles
Enteresan (??!!) ve eğlenceli geçeceğine inandığım yolculuğumu annem ve babam için buradan blogumda paylaşıyor olacağım...Talep geldi bir kere...
Sabahları Laurel Canyon'da hiking yapmayı planlıyorum, sonra otelime gelip kahvaltı faslında resimli yazılarımı bloguma koyarım...Valla, bu sefer havalimanından başlayacağım fotoğraf çalışmalarıma...
27 Ağustos 2007 Pazartesi
Çok sinirliyim...
Hayvancağız evime kadar peşimden koştu. Duş yapıp kahvaltımı ettikten sonra işe gelmek için çıktığımda hala evimin önündeydi...
Nasıl insanlar bunlar ya? Yok bu ülke hızlıca bütün cazibesini iyiden iyiye kaybediyor benim için! Bu insanlarla beraber yaşıyoruz...İstemiyorum bu insanlarla aynı yerde yaşamayı...
Sinirliyim...Çok sinirli!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!
22 Ağustos 2007 Çarşamba
I can't quit you!
Eve koşarak geldim, mutfağımda bulaşık makinemin yanındaki boşlukta yarım kalan kemiği duruyor hala... Yere uzandım ve seyrettim dakikalarca...Ağlamak iyidir derler, sistemden çıkartırmışsın...Ne zaman çıkar sistemimden bilmiyorum... Çok da umurumda değil...Drama yaratmıyorum ama duygular işte...Bazı günler mutfakta yere uzanıp o kemiğe bakmaktan kendimi alamıyorum...
Vito'nun öldüğü ertesi günü ona ait ne var ne yok, oturduğu koltuklar, uzandığı halılar dahil herşeyi yolladım. Ne kemiklerini, ne tasmasını görmek istemedim bir daha...Kokusunu bile duymak istemedim... Yine öldüğünün ertesi günü bütün fotoğraflarını çıkarttım. Hepsine uzun uzun baktım...Bolca ağladım...Öldükten 3-4 ay sonra farkettim ki yarım kalan kemiği bulaşık makinesinin yanındaki boşlukta kalmış. Orada kalsın dedim. Bıraktığı gibi... Neden bilemedim o an...İyi ki kalmış orada...Bu duyguların gelip gideceğini, arada içimin cız edeceğini biliyordum ama gelip gitmelerin ne kadar süreceğini bilemedim. Çünkü bir buçuk sene oldu, hala gelip gidiyorlar...
Dün akşam Tanya'cığımın Bono'sunun ayağa kalkamadığını, çok ağır şartlarda evde yattığını öğrendim. Bono 14 yaşında bir boxer. Çok yakışıklı bir boxer. Tanya'nın yazısını okuduğumda yine geldiler. Yine kötü oldum. Tam da aynı sabah işe gelirken, İstinye'den Maslağa çıkan yokuşta kavga edip hırpalanmış bir sokak köpeği görmüştüm. Alayım mı götüreyim mi diye dakikalar harcadım o köpekle... Yolun ortasında bir sağa bir sola gidiyor, görmediği için bir 2 yolu ayıran demir tellere, bir yüksek kaldırıma çarpıyordu... Bende arabamın dörtlülerini yaktım ve durdum yolun ortasında başka araçlar çarpmasın bari diye...Gerçektende bir sağa bir sola gidiyordu...Kaldırıma doğru çekmeye çalıştım sesimle...Ama alıp doktora götürme cesaretinde de bulumadım. Üstümde beyaz t-shirt falan var ya... Allah kahretsin...Sanki yenisini alamam. Sanki arabamı yıkatamam... Bıraktım orada öylece... İyi bok yedim...İyi hissetmiyorum kendimi. Suçlu hissediyorum...Biliyorum sokaklarda onlarca, binlerce sahipsiz kedi köpek var. Ama bu karşıma çıktı...Çıkmıştı daha doğrusu...İçim hakiki anlamda huzursuz hala...Nasıl bıraktım orada ya?
Bu moralsizlikle işe geldim, ve Tanya'dan mesaj geldi. Türkiye'de bulunamayan bir ilaç varmış, ya İngiltere'den ya da Amerika'dan getirtmek gerekiyormuş diye... Mail attım NewYork'a ve tabii ikinci evim Londra'ya...Haber bekliyorum...Umarım bu ilaç en kısa sürede Tanya'nın eline ulaşırda, Bono ayağa kalkabilir, kendini daha iyi hissedebilir... Ama bir gerçek var, Bono'da Vito gibi çok sevilen bir köpek.
En önemliside bu...Gerçekten de gerisi hikaye. İnsanın elinden her zaman daha iyisi gelir, ama sevmenin ve sevilmenin sonu yok. Onun gibisi yok. Karşıma çıkan o sokak köpeğini seven hiçkimse yok mesela. Yalnız orada muhtemelen ölüme terk edildi...Tanya'ya buradan onu söylemek istedim...Tanya çaresizce oturduğunu düşünüyor ama yanılıyor. Tanya o çok özel duyguyu taşıyor zaten Bono için ve yeter ki bunun farkında olsun...
Köpeklerin en güzel tarafı sevgine karşılık vermesi...Sevildiğinin kıymetini çok iyi bilmesi...Onun için verdiğin yemekten, aldığın ilaçtan ya da mamadan çok daha önemli...Seni sadece seviyor. Sevilmeyi bekliyor. Sadece sevmek lazım onları bu durumda...Bol bol sarılıp öpmek... O zaten bu kadarıyla yetiniyor. Zaten beklentileri bu yönde... Bono bunun kıymetini çok iyi biliyor, onun içinde bu önemli zaten...
Biz insanlar bunu zor anlarız, çünkü sevmenin ve sevilmenin kıymetini bilmeyiz. Ne kadar önemli birşey sevilmek... Koşulsuz...Birlikte vakit geçirmekten zevk almak... ve asıl bunun değerini bilmek. İnsanlar bilmiyor bunu...Siz kaç köpek tanıyorsunuz, sizi sevsede kendi yolunda gitmek isteyen? Kaç köpek vardır size bağlanmaktan korkan? Hangi köpek sorumluluktan kaçar? O yüzden onları hakettikleri gibi sevmek onlara en güzel ilaçtır...Hakedenleri sevmek lazım... Sevgiyi hakedenleri...Senin sevgini, çünkü hayatta daha değerli bir duygu yok!
Tanyacığım, lütfen elinden hiçbir şey gelmediğini düşünme. Sen Bono'yu seviyorsun ve Bono da bunu hissediyor...Elinden başka gelmesi gereken hiçbirşey yok. Sakın yanılgılara kapılma. Sakın "bunu da yapabilirim"leri düşünme...Sakın "keşke bunu da yapsaydım, böyle yapsam daha mı iyi olurdu"ları ağzına alma, aklına getirme...Aptalca düşünceler onlar...Her zaman daha iyisini yapmanın bir yolu vardır, ve bu kaygıyı taşımak yersizdir...Çünkü sonunu bilemeyen bizler her zaman şöyle olsa daha iyi olurdu'larla düşünmeye mahkumuz...Yetinmeyi bilmediğimizden, aç gözlülüğümüzden kaynaklı...Ama sevmek çok güzel ve kıymetli bir duygu, ve Bono bunu en iyi hisseden, kıymetini gerçek anlamda bilen varlıktır...Sen zaten onun sevgisine karşılık vererek ona yapılacak en güzel ilacı veriyorsun...
Ve son olarak şunu eklemek isterim ki, Bono çok güçlü bir boxer. İlacı gelince ayağa kalkacaktır, ama bu da senin ona daha çok sarılacağın, onu daha çok öpeceğin günler olacağının göstergesidir... Biftek yanaklarından kocaman öpüyorum Bono'yu...
14 Ağustos 2007 Salı
Patlamış Mısır - Dondurma - Diet Cola aşk üçgeni
İlk aşkım diet cola...Daha üniversite yıllarımda başladım. öğlene kadar 3 kutu rahat içerim - insanlardan utanmasam non-stop içeceğim ama utandığımdan ve laf yemek istemediğimden 3 kutu ile sınırlı tutuyorum - daha doğrusu tutuyordum. Günde 10-11 kutu diet cola içen kim var? Üstelik abartmıyorum yaklaşık 15 senedir... Belki daha fazla... Eski koca pek de sevecen olmayan bir ses tonuyla şöyle derdi : "Verda, bak bu mermer taşı, üstüne hergün aynı miktarda cola dökelim, en fazla 5 yılda muhakkak erimeye başlar. Senin midenin nesi var? Nasıl dayanıyor? İçme artık, yeter!" "Böyle demeye devam, hemen bırakırım, nasıl da ikna ettin beni!"
Aynı şekilde dondurma... O da ikinci aşkım. O da üniversite yıllarımda başladı. Londra Üniversitesi... Aahhh...Londra... Başka bir konu orası...Cuma geceleri gece klupleri gezildikten sonra, hafif sarhoş kafayla evime gelip, 1 kg dondurmamı alıp, fırın eldiveni yardımıyla, Channel 4'da dizi seyretmeye bayılırdım...Bu da abartı değil, bir kutu dondurmayı rahatlıkla bitiririm. Fırın eldivenleride dondurma kutusunu üşümeden tutabilmem için...Hala öyle yerim... Bir ara beslenme kaynağımdı. Burada bu memlekette pahalı; Londra'da da çok ucuz değil ama buradan daha iyi fiyatta Haagen Dasz... Vanilla Pecan dondurma...Haftada 5-6 kutu rahat biterdi. Eski erkek arkadaşım "ice cream verds" derdi bana. Hala soruyor dondurmaya devam mı diye...Devam - dı! Istanbul'da da bilirsiniz, Modalı Ali Baba...Bademlisine bayılırım (çok canım çekti şimdi ya)...Onu da yemeyeli 1 seneye geliyor...Yolum düşmediki Moda'ya... Düşse, kutu kutu alıp stoklayacağım...Bulunsun dolapta!
7 Ağustos 2007 Salı
I wake up and it is just "A bad dream"
4 Ağustos 2007 Cumartesi
Keane! Keane! Keane!
And "nothing in my way"!!! What a great song...
1 Ağustos 2007 Çarşamba
Kırmızı et ve ben!
Sabahları spora adadım kendimi... Kahvaltımı hiç kaçırmıyorum artık. Çok değil 7-8 ay evveline kadar kahvaltı diye bir öğünü bilmezdim desem yeridir. Hiç sevmezdim. Ama dedim ya konu üzerinde çok da düşünmeden artık her sabah muhakkak kuru kayısılı ya da incirli müsli yiyorum. Arkasından espresso... Günboyu litrelerce su içiyorum - eskiden bir bardak suyu belki ama belki bir ay içinde tüketirdim (yemin edebilirim); bu sayede bacaklarım eskisi kadar su toplamıyor... Haftada en az 1 kere balık yiyorum - ok bu eski bir alışkanlığım... Eski yaşam tarzım olan aburcuburları aklınıza gelebilecek bütün 'pis' şeyleri tamamiyle çıkarttım - farkında olmadan aslında - dondurmam dışında...Öleceğimi söyleseler vazgeçmem ondan...onun yeri bambaşka... bir de diet cola'm var, onu da asla bırakmam ama gel gör ki farketmeden onu da azalttım ... Uzun lafın kısası farketmeden beslenme alışkanlığımdaki bu değişim yüzüme, vücuduma yansıdı... çok sağlıklı olduğumu hissediyorum. Şişelerce alkol tükettiğim, kutularca sigara içtiğim, sadece abur cuburla beslendiğim zamanlarda da çok sağlıklı hissederdim de şimdi daha bir başka hissediyorum. Sigara kullanıyorum ama bırakmam... Keyifle severek içmişimdir hep. Hala da öyle...Alkol içinde aynı şey geçerli...Sadece keyifli günlerimde muhakkak masamda olur bir kadeh birşey (ok ya da 2 kadeh!)...
Kendimde yeni şeyler farkettim. Bana yeni yeni şeyler oluyor. Mesela öğün atladığım birgün sonunda çok acıkmıştım; normalde aklıma patates kızartmaları, gnocchiler, dolma mantı falan gelirdi, şimdi farklı. Kocaman bir tabak içinde (mümkünse dev bir kase olsun) sebzeli, belki peynirli, biraz ceviz ezmeli, bol yeşillikli salata geliyor. Geçen akşama kendime taze fesleğen, domates, mozzarella ve yeşilliklerden bir 'treat' yaptım-şimdi bile canım istedi- büyük bir afiyetle yedim. Bu salata işinde çok başarılı olduğuma karar verdim. Hatta keşke resmini çekseydim diye düşündüm, ama okuduğum dergiye dalmışım..
Yummm...Yukarıda ki resimden bile daha güzel görünüyordu...
Bütün bu salata furyasında, en sevdiğim balık bile gelmiyor aklıma... Eti zaten unuttum...Hatta öyle ki özellikle kırmızı et miğdemi bulandırmaya da başladı.... Geçtiğimiz günlerde, arkadaşımla birlikte yemeğe gittik. Beyefendi, kırmızı et siparişi verdi...Yemekler masaya geldiğinde fark ettim ki, bu eti ne canım çekiyor ne de kokusuna tahammül edebiliyorum...Vegetarian mısın sorusuna cevabım net oldu : evet!!! Öbür türlü bir sürü anlat, sonra yok protein yok kas erimesi anlatsınlar sana.. Ne uğraşacağım... Ne dinleyeceğim... Kısa kestim. Oturup da anlatmak istemedim... Ne gerek var keyif yapmak varken... Herkesin muhakkak bildiği bir şey vardır beslenme konusunda; ama dikkat edin en iyi bilenler genelde beslenme sorunu en çok olanlardır...
Benim konu ile ilgili bildiğim canımın çektiğini yapmaktır. Ama bu aralar canım broccoli, karnıbahar, kabak, patlıcan, taze fesleğen, balık, bulunduğumuz mevsim itibarıyla bütün meyveleri (tazesi, kurusu) çekiyor...hmmm ya da susamlı ıspanak salatası...tarifi isteyen varsa :) burdayım!!!
23 Temmuz 2007 Pazartesi
Neyzen Tevfik'ten...
"İ.ne dersin kızar da, si..rsin aldırmaz!
Neyzen Tevfik'in, gece meyhaneden çıkıp evine dönerken, dar bir sokakta karşılaştığı bir başka sarhoş ile aralarında geçen bir diyaloğu var; bayıldım:
"Ben senin gibi ciğeri beş para etmez herife yol vermem!
Neyzen geri çekilir, yolu açar ve der:
"Ben veririm!"
Hepinize iyi haftalar...
16 Temmuz 2007 Pazartesi
Güzel Adam...
Kısa ve öz... Öyle bir dostum var ki...
Öyle değerli biri ki...Her geçen gün kıymetini daha iyi anlıyorum...
Öyle güzel bir adam ki bu adam...Her geçen gün onu daha çok seviyorum...
Vito'yu ayrı tutuyorum ama bu güzel adamın yerini de kimse dolduramayacak...
13 Temmuz 2007 Cuma
Vito'yu çok özledim!
7 Temmuz 2007 Cumartesi
Düğünler...
28 Haziran 2007 Perşembe
Bir Istanbul klasiği...
Aralarından biri etrafına şöyle bir baktı, ağzında hala sigara... Çiçekli böcekli mayoyu zınk!!!!! aşağıya indirdi... Ve beklediğim o görüntü karşımda belirdi. Beyaz don!!! Bu arada sigara hala ağzında...Ellerini yukarı doğrulttu.... Dikkat sigara hala tütüyor... Ve hoop denize... Aşağısını göremiyorum ama ayağa kalkıp baksam olmaz...Olsun birazdan o yukarı tırmanacak! Ekibin diğer üyeleri birbirleri ile şakalaşıyorlar... Biri birini itiyor "get lan" diye bağıra bağıra; diğer ikisi oradan geçmekte olan bir kıza doğru "hüüüüüppppppp" çekiyor, bir diğeri sokak köpeğini tutmuş sahibiymiş edasıyla orasını burasını seviyor; bir diğeri de, hiç kaçırmam, beni izliyor.... Olsun bende gözlük var nereye baktığımın önemi yok... Ekibin belli ki yaşça ufak başka bir üyesi ağacın arkasında durmuş (ama durduğu yer yola bakıyor) palmiye ağaçlı shortunu indirmeye başladı...Aha dedim; şimdi manzara tamamlanacak işte... Bunda da bakalım beyaz don mu var derken, a-ha...bir baktım yok! Hiçbirşey yok! Meğer beyaz donunu yanında getirmiş, orada ağacın arkasında! giyiyor... Sonra hepsi sırayla denize girdiler, izlemeye devam edeceğim ama arkadaşım geldi o sırada...Devamını izleyemedim. Önemli bir bölümünü kaçırdım maalesef...daha bunların denizden çıkışları vardı ya...
22 Haziran 2007 Cuma
5 günde 5 kilo!!!
21 Haziran 2007 Perşembe
Busy busy busy...
Döndüğümden beri yoğunum... İşler, içkiler, yemekler, düğünler!!! (aslında düğüne bizzat gitmedim ama bir düğün haberi vardı ki...evde oturmak istemedim) Ama kısa da olsa bir iki şey yazmak istedim...Tatilin tamamını anlatmam için sayfalar lazım, hadi sayfalar var, enerji lazım.. 10 gün boyunca dolu dolu geçen bir tatilin ardından, biraz dinlenirim belki dedim ama nafile... Her gece bir koşuşturma, hergün bir toplantı... Hiç şikayetçi değilim, ama karaciğerim... ah karaciğerim...Karaciğerime hiç iyi bakmıyorum...Gündüzleri bol bol kuru kayısı yemeye çalışıyorum ama akşamları 2 kadeh bile olsa içiyorum. Durum vahimleşti biraz :) Havalar da yardımcı olmuyor...Çok sıcak...Hafta sonunu nasıl atlatacağım bilemiyorum...
Bugün size bir kitap önereceğim ama tatilimle ilgili kısa da olsa bir-iki şey söylemeden edemeyeceğim...Bir insan 10 gün boyunca hep güler mi? Ben hep güldüm... Düşündüğüm, kitap okuduğum veya uyuduğum (pardon sızdığım) gecelerin dışında... Bir de kızdığım bir iki olay dışında...Bir iki sakat olay oldu havaya bağlı ama genelinde çok iyi geçti...Şahaneydi. Bitsin istemedim...
Ama insanın evi gibisi yok ya... Evimi çok özlemişim...Yatağımı, banyomu, salonumu, mutfağımı, bornozumu, buzdolabımı...kısaca herşeyini...
Neyse, sizlere okuduğum çok iyi bir kitaptan kısaca bahsetmek istiyorum, fırsat bulunca okuyun lütfen; "Like the Flowing River"... Paulo Coelho'nun köşe yazılarından ve yolculukları sırasında yazdığı kısa hikayelerinden derlenmiş olan Like the Flowing River'ını herkese, hepinize tavsiye ediyorum... Kısa bir kitap ama okuması uzun...Uzun çünkü her küçük hikayesinde duruyor düşünüyorsunuz... Hayata dair herşey ama herşeyle ilgili birşeyler yazmış...Ayıca yıllarca severek okuduğum yazar Paulo Coelho ile internet aracılığı ile olsa da tanışma ve konuşma fırsatını yakaladım, blog arkadaşlığı kurduk...daha doğrusu şimdi mailleşiyoruz... Blogunu ziyaret etmek isterseniz, bknz linklerime :)))...2-3 günde bir kısa yazı yazıyor...
17 Haziran 2007 Pazar
30 Mayıs 2007 Çarşamba
The Presets
and of all the friends and enemies shes made along the way
he's the one that you've seen sometimes on tv
when she was young we'd ask her what she'd like to be
a place I've found could be all ours